Ne Sabrımız Kaldı Nede Avunabileceğimiz Bir Beklentimiz
Öfkemiz Bizi Aşıyor!!!
3. yılını dolduran Kürdistan’ın büyük direnişi Kobane her türden gerici saldırılara karşı uluslararası arenada demokratik kamuoyunuda arkasına alarak ortadoğunun karanlığından Kürtlerin dünyaya yayılan özgürlük meşalesi olmaya devam ediyor. Bir yanda DAIŞ çetesiyle bu direnişi boğmaya calışırlarken diğer yandan Türkiye`de tüm demokrasi güçlerinin bu seçimlerde Kürtlerle büyük bir güç oluşturarak barajı aşmasıyla, parlemontalarında dahi sıkıştırılan gericiler koalisyon dahi oluşturamayacak kadar zavallılaşıp hükümeti kurmayarak bu coğrafyayı, başta Kürdistan olmak üzere karış karış kan ve ölümle mezarlığına dönüştürmektedirler.
15 Temmuz günü, Şırnak`ın Silopi ilçesine bağlı Aksu (Herbol) ve Damalca (Silip) köyleri kırsallarına atılan havan topları sonrasında çıkan yangın 3 gün boyunca söndürülmeye çalışıldı. Daha dumanların sonu gelmeden havan toplarıyla ateşe verilen ormanların “Ciner Grubuna ait maden ocaklarının bulunduğu alanlar (1)” olması devletin sermaye gurupları için Kürdistan topraklarında doğa ve insan katliamlarının artık maskeye bile gerek duymadan gerçekleştirdiğinin somut kanıtıdır.
Suruç`ta Kobane`nin inşasına katılmaya giden ve giderken oradaki çocuklar için oyuncak götüren sosyalist aktivistler otobüsün bulunduğu alanda, IŞID’in “intihar saldırısı” ile toplu katledildi. Her gün farklı bir katliamın gerçekleştiği bir coğrafyada artık bırakalım mualif olmayı yardım eli uzatmak bile katliam gerekçesi. İnsan olmanın yasaklandığı bir coğrafyada artık tüm demokrasi güçleri olarak meşru mücadele hakkımızı kullanmak ve bu katliamlardan ekonomik ve siyasal rant elde etmeye çalışan biliumum AKP ve her sermaye gurubunu döktükleri kanda boğmak, insanlığın kendini kurtarabilmesi için olmazsa olmaz bir görev oldu. Bu bilinçle Tüm üye ve aktivistlerimiz yapılacak bütün gösterilerde yerlerini almalıdırlar.
Cudi`yi alevlere boğan kanlı eller çok geçmeden Lice`ye uzandı. Daha dumanlar bulutlara karışmadan Amara Kültür Merkezinde 30 sosyalist aktivist IŞID çetesi tarafından katledıldi.
Sorumlusu, doğanın ve insanın katili kapitalizmdir.
Ne devletleri nede şirketleri Kapitalizmi kurtaramayacaktır.
Yaşasın Kobane Direnişi, Kahrolsun Her Türden Gericilik
Yaşasın Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı
Yaşasın Kürt ulusunun Mücadelesi ve Halkların Kardeşliği
Yaşasın Enternasyonal mücadele ve dayanışma
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
20 Temmuz 2015
(1) Politika 20.07.2015
DHF: Urfa’nın Suruç ilçesinde Kobane’nin yeniden inşasına katkı sunmak için orda bulunan SGDF’lilerin yaptıkları basın açıklaması sırasında gerçekleştirilen barbarca saldırıda onlarca kişi yaşamını yitirirken, onlarcası da yaralandı
HABER MERKEZİ(20.07.2015)- Demokratik Haklar Federasyonu, Suruç’ta SGDF’lilere yönelik yapılan katliamla ilgili yazılı bir açıklama yaptı. DHF’nin yaptığı açıklama şu şekilde; “Varlığını halklarımıza ve bir bütün olarak emeğe, doğaya ve insanlığın bütün ilerici kazanımlarına karşı gerici temelde savaş açarak konumlandıran Faşist T.C. Devleti ve onun bilfiil beslemesi olan İŞİD barbarlığının halklara karşı pervasız saldırıları devam etmektedir. Rojawa’da, Şengal’de ve Kobane’de halkların görkemli direnişiyle yenilgi yaşayan T.C. Devleti ve beslemesi İŞİD barbarlığı canice saldırılarıyla gerçek yüzünü bir kez daha göstermiş oldu.
Kobane’nin yeniden inşa edilmesine katkı sunmak için merkezi olarak Kobane’ye gitme kararı alan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu(SGDF)’nun Suruç’ta kaldığı Amara Kültür Merkezi önünde yaptığı basın açıklaması sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırıda onlarca kişi yaşamını yitirirken, onlarca kişi de ağır şekilde yaralandı. Ölü ve yaralı sayısı tam olarak netleşmiş durumda değil.
Suruç’ta gerçekleştirilen barbarca saldırının tartışmasız olarak bir numaralı sorumlusu AKP iktidarıdır. Çünkü İŞİD barbarlığını her açıdan besleyen ve destekleyen T.C. Devleti ve onun temsilcisi AKP iktidarıdır. Akan her damla kandan AKP sorumludur.
Sokaklara çıkalım, öfkemizi haykıralım, hesap soralım
Suruç’ta gerçekleştirilen barbarca saldırıları protesto etmek, öfkemizi haykırmak ve hesap sormak için bulunduğumuz tüm alanlarda sokaklara çıkalım. DHF ve tüm bileşenleri bulundukları bütün alanlarda diğer devrimci ve demokratik güçlerle birlikte sokaklara çıkmalı ve hesap sormalıdır. Bu perspektifle bütün üye ve taraftarlarımızı Başta İstanbul olmak üzere Ülke genelinde yapılacak olan protesto eylemlerine güçlü biçimde katılmaya çağırıyoruz.
İstanbul’daki eylem saat:19:00’da Taksim/Tünel’de yapılacaktır.”
Kobanê’nin yeniden inşa çalışmalarına katılmak için Urfa Suruç’a giden SGDF üyelerine bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda onlarca SGDF’linin yaşamını yitirdiği bildirilirken, Devlet Hastanesi’ne kaldırılan yaralılar için acil kan ihtiyacı olduğu belirtiliyor
HABER MERKEZİ (20.07.2015) – Kobanê’nin yeniden inşa çalışmalarına gitmek üzere Urfa Suruç’a gidenSosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerine dönük bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda onun üstünde SGDF’linin yaşamını yitirdiği ve yaralandığı bildirildi.
Suruç’ta bir araya gelen yaklaşık 300 SGDF üyesi basın açıklaması gerçekleştirdikleri sırada bombalı saldırı gerçekleşti.
DBP Urfa İl Eş Başkanı İsmail Kaplan ve bazı haber ajansları ise patlamanın IŞİD tarafından gerçekleştirilen bir intihar saldırısı olduğu iddiasında bulunuyor.
Yaşanan patlama sonucunda onun üstünde kişinin yaşamını yitirdiği, çok sayıda yaralı olduğu belirtiliyor.
Yaralılar sınırlı sayıda ambulansla hastaneye taşınırken, Suruç Devlet Hastanesi’ne kaldırılan yaralılar için acil kan ihtiyacı olduğu belirtiliyor.
Kaynak:halkingunlugu.net
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesinde Cinsel Taciz ve Saldırılar Devam Ediyor
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’ne görüş için giden LGBTİ aktivisti Yağmur Beyrut Afşar, trans olduğu gerekçesi ile 2. arama noktasında kadın gardiyanlar tarafından aranmak istemedi. Erkeklerin arandığı bölümüne yönlendirilen Afşar, onursuz aramayı kabul etmedi. Arama odasına gelen erkek gardiyan tarafından ‘dil sallayarak’ taciz edilen Afşar, gardiyanla tartışarak odadan ayrıldı.
Trans görüşçülere yapılan ilk değil!
Geçtiğimiz ay İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği genel sekreteri ve Demokratik Kadın Hareketi faaliyetçisi Kıvılcım Arat’ta gardiyanların zorla aramasına maruz bırakılmış ve askerlerin sistematik tacizine maruz kalmıştı.
3 aylık görüş cezası!
Bu hafta görüşe giden Arat’a, arkadaşının 3 ay görüş cezası aldığı gardiyanlar tarafından bildirilmiş ve gösterilen tutanakta ‘görevli memura hakaret’ ceza sebebi olarak belirtilmişti.
Ebru Kırancı: Gerekirse yargı yoluna taşıyacağız!
İstanbul Lgbti Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ebru Kırancı ise devletin cezaevi uygulamalarının sistematik olduğunu belirterek; ‘Dört duvar arasına hapsettiği devrimci kadınlara sadece içeriden uyguladığı baskı ile değil, gelen yakınları üzerinde de tecrit uygulamaya çalışıyorlar. Tabi burada uyguladıkları tecritin yanı sıra birde transfobi söz konusu. Trans kadınları görüşe gitmekten vazgeçirmek adına yapılan bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Erkek gardiyanların onursuz aramalarına ve tacizlerine maruz kalan trans kadınların bir daha gelmeyeceklerini umuyorlar. Tabi burada kaçırdıkları bir şey var; trans kadınlar baskı, zulüm ve zorbalıkla onların yoluna gelmeyecekler. Eğer bu uygulamalar başarılı olsaydı toplum ve devlet baskısı bir şeyleri yoluna koyardı. Cezaevi’nde uygulanan bu transfobik saldırıları gerekirse yargı yoluna taşıyacağız’ dedi.
Demokratik Kadın Hareketi, 1-5 Ağustos tarihlerinde Ovacık’ta ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla kamp düzenleyecek
HABER MERKEZİ (15.07.2015)- Kadın cephesinden mücadeleyi yükseltmeyi amaçlayan, her türlü baskıya, cinsel,ulusal, sınıfsal şiddete, emek hırsızlığına ve yabancılaşmaya karşı kadınların birleşik örgütlü mücadelesini yürütmeyi kendine perspektif edinen Demokratik Kadın Hareketi (DKH), 1. Kadın Kampı’nı örgütlüyor. Dersim’in Ovacık ilçesinde yapılacak olan kamp, 1-5 Ağustos tarihlerinde düzenlenecek. ‘Kadın yönetime, kadın iktidara’ temel şiarıyla düzenlenen kampta toplumsal cinsiyetten yabancılaşmaya, feminizmden ekolojiye birçok konu tartışılacak. DKH’nin yayınladığı kamp programı şöyle:
1 AĞUSTOS CUMARTESİ
KAHVALTI: 09.00-10.00
ATÖLYE: Toplumsal Cinsiyet ve Kadın
KATILIMCILAR: Sosyolog Özlem Uç
DKH üyesi Dilşat Canbaz
SAAT: 10.30-13.30
ÖĞLEN ARASI: 13.30-14.30
FORUM: Yüzleşme Atölyesi/ Şiddet Pratikleri ve Mücadele Yöntemleri
SAAT: 15.00- 17.00
AKŞAM YEMEĞİ: 19.00-20.00
2 AĞUSTOS PAZAR
KAHVALTI: 09.00-10.00
ATÖLYE: Yeni Toplumsal Hareketler; Ekoloji Mücadelesi ve Kadın
KATILIMCILAR: Av. Diren Cevahir Şen
DEDEF Ekoloji Komisyonu üyesi Songül Balkız
SAAT: 10.30-13.30
ÖĞLEN ARASI: 13.30-14.30
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ:14.30-18.00
AKŞAM YEMEĞİ: 19.00-20.00
3 AĞUSTOS PAZARTESİ
KAHVALTI: 09.00-10.00
ATÖLYE: Kadın ve Sanat
KATILIMCILAR: Grup Alamor üyesi Nilüfer Akdağ
Sancı Kültür Sanat Dergisi üyeleri
SAAT: 10.30-13.30
ÖĞLEN ARASI: 13.30-14.30
ATÖLYE: LGBTİ
KATILIMCILAR: Dersim Roştîya Asmê LGBTİ üyesi Loren Elva
İSTANBUL LGBTİ Dayanışma Derneği üyesi Kıvılcım Arat
SAAT: 15.00-18.00
AKŞAM YEMEĞİ: 19.00-20.00
4 AĞUSTOS SALI
KAHVALTI: 09.00-10.00
ATÖLYE: Yabancılaşma ve Kadın
KATILIMCILAR: Akademisyen Sibel Özbudun
DKH üyesi Zeynep Dağ
SAAT: 10.30-13.30
ÖĞLEN ARASI: 13.30-14.30
ATÖLYE: Feminizm
KATILIMCILAR: Sosyolog Berfin Azdal
DKH üyesi Dersim Konak
-SAAT: 15.00-18.00
AKŞAM YEMEĞİ: 19.00-20.00
5 AĞUSTOS ÇARŞAMBA ŞENLİK PROGRAMI
–GRUP ALAMOR
-ERBANE GRUBU
-YARIŞMALAR
-TİYATRO İS
İstanbul’un Okmeydanı ve Sarıgazi semtlerinden kalkacak olan araçlar ücretsizdir.
kaynak :halkingunlugu.net
3 yıl önce İstanbul LGBT Dayanışma Derneği öncülüğünde kurulan Trans Evi’nde kalan LGBT’lere yönelik bireysel ve grup psikoterapi destek başladı.
İhtiyaç sahibi ve mülteci LGBTi’lerin konakladığı Trans Evi’nde Psikiyatrsit Dr. Ardıl Bayram Şahin’in yürüteceği bireysel ve grup psikoterapi hizmeti verilecek. Psikoterapi hakkında süreçle ilgili bilgi vermek amaçlı Trans Evi’nde Psikoterapist Dr.Ardıl Bayram Şahin’in katılımıyla tanışma toplantısı düzenlendi. Tanışma toplantısına Türkiyeli Trans’ların yanı sıra mülteci LGBT’ler katıldı. Toplantıda İngilizce ve Türkçe olarak psikiyatri görüşmeler, bireysel ve grup psikoterapi süreci hakkında bilgi verildi. Dr. Şahin Trans Evi’nde Psikoterapi odasında gerçekeleşecek görüşmelerin iki haftada bir gerçekleşeceğini, şuan için sadece Trans Evi’nde kalanların faydalanacağı bu hizmetin önümüzdeki süreçte İstanbul LGBT Dayanışma Derneği öncülüğünde dışarıdan başvuruların da kapsamasını dilediklerini belirtti.
LGBT’lerin psikiyatrik olarak sık rastalanan depresyon, anksiyete bozukluklar ve intihar girişimlerinin giderek daha da gözle görülür olduğunu belirten, Dr.Şahin Ruh Sağlığı profesyonellerinin LGBT’lere yönelik LGBT pozitif bir yaklaşım sergilemelerinin gerekliliğine vurgu yaptı.
Dr.Ardıl Bayram Şahin: ‘LGBTİ’ler hasta ediliyor!’
Dr.Şahin ‘Son dönemde Trans intiharların, LGBT intiharların gerek çevremizden gerek medyadan duyuyoruz, LGBT’ler hasta değiller , ama ‘hasta’ ediliyor. Bunu çalışmalar da gösteriyor. Yapılan çalışmalar Depresyon, Ankisyete bozukluğu gibi ruhsal hastalıklar ve intihar girişimleri heteroseksellere göre LGBT’lerde 2-3 kata daha sık görüldüğünü açıkça göstermektedir. Bunun için Ruh Sağlığı profesyonelleri bu çalışmaları da göz önünde bulundururak, bu durumun nasıl önüne geçebiliriz diye düşünmelidir’ dedi.
Kıvılcım Arat: ‘LGBTİ’ler için şiddet günlük yaşamın bir parçası’
İstanbul LGBT Dayanışma Derneği yönetim kurulu üyesi Kıvılcım Arat ise Trans Evi’nde psikiyatrik desteğin çok önemli olduğunu belirterek; ‘Evde kalan LGBT’ler buraya başvurana kadar bir çok hak ihlali ile karşılaşıyorlar. Şiddeti günlük yaşamn bir parçası olarak deneyimleyen LGBT’ler buraya geldiklerinde psikolojik olarak bir çok sorunla boğuşmak zorunda kalıyorlar. Bu destek sayesinde psikolojik bütünlüğü bozulan arkadaşlarımız Trans Evi’nde kendilerini toparlayarak toplumsal yaşama karışabilecekler’ dedi.
Trans Evi’nde kalanların psikoterapi süreci ihtiyaçlar, deneyimleri üzerine paylaşımlarla devam eden tanışma toplantısı soru-cevaplarla sona erdi.
Yüzyıllardan bugüne hep silikleştirilen kadının adı, kadını iyicene sessizliğe gömmekle kalmadı kendi mezar kazıyıcısı konumuna da getirdi. Kadın sistemin kendisine biçtiği misyonu ve rolü “layıkıyla” yerine getirdi ve kendi hayatı, kendi kadın kimliği noktasında “Bu benim kaderim” cümlesini kanıksadı. Çünkü kadın erkeği güç olarak görürken, kendisini de erkeğin gücü üzerinden tanımladı.Babasının, erkek kardeşinin ve sonrasında eşinin baskılarını, şiddetini ” Atamdır, kardeşimdir, beyimdir.!” diyerek “kaderine” razı geldi.Kadın ne ailede ne de toplum içerisinde “insani” olarak o değeri gördü.Gün geldi henüz 8’inde 80 yaşında biriyle evlendirildi, gün geldi bir kamyon kasasında ya da bir fabrikada çocukluktan mezara işçi olarak kaldı, gün geldi tecavüze uğradı ve bunu dile getirdi ama yasalarda erkek korundu çünkü kadının rızası(!) vardı.Dün “adı yok” denilen ya da burjuva basının üçüncü sayfalarında adı kısaltılarak “N.Ç” diye yazılan bu utancın sorumlusu sanki kadınmış gibi, kadın isimsizliğe yine maruz bırakıldı.Ama kadınlar suskunluğunu parçaladı, “N.Ç” gibi adı kısaltılıp utanç duvarlarına hapsedilen kadınlar “Bu senin utancındır” deyip erkek egemen sisteme bir tokat savurdu.Dün kimliksiz nitelendirilen “adı yok” denilen kadınlar, bugün “Adım GÜLDÜNYA, adım ÖZGECAN, adım HACİRE, adım ÇİLEM” haykırışı ve isyanıyla, tekçi faşist devletin kadını yok sayan zihniyetinde ve yasalarında gedikler açtı, erkek egemen saltanatın tahtına tekmeyi savurdu.Özgecan’ın yanıp tutuşan saçlarının külleri havaya savrulmadı, binlerin üzerindeki ölü toprağı eşeledi, o küllerden isyanın ateşini harmaladı.
Hep Mi Kadınlar Ölecek?
Adana’da yaşayan 28 yaşındaki Çilem Doğan, kendisini defalarca fuhuşa zorlayan eski eşini 6 kurşunla öldürdü. Savunmasında: “Hep mi kadınlar ölecek? Biraz da erkekler ölsün. Namusum için öldürdüm” dedi.Yine aynı tarihlerde Urfa’da 8,5 aylık hamile olan 19 yaşındaki Hacire Göv, tecavüz edildikten sonra katledildi ve cansız bedeni kör bir kuyuda bulundu. Bugün kadından katil yaratan, erkek egemen sistemin ta kendisidir. Bugün kendi kadın kimliğiyle var olmak isteyen kadını kör bir kuyuda ölüme mahkum eden tüm yasalarıyla erkeği koruyan devletin ta kendisidir. Kadınlar öldürülmemek için öldürmeyi düşünüyorsa, bunun tüm sebepleri devletin erk zihniyetinde aranmalıdır.Bugün adına ister “töre” diyelim, ister “cinnet” diyelim, öz itibariyle kadınlar her yerde katli vacip ilan edilmiş, ölüm fermanlarının ilk tohumları özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla atılmıştır.Kadın cinayetleri politiktir, çünkü kadını ikincil statüde gören, hiçe sayan, şiddeti, tacizi ve tecavüzü meşrulaştıran devletin ataerkil zihniyetidir.Bizler Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak, burdan bir kez daha teşhir ediyoruz: bizler erkeğe değil, tüm yasalarıyla erkeği koruyan, işte, okulda, sokakta her alanda kadının katlinin önünü açarken, erkeğin sırtını sıvazlayan erkek egemen-ataerkil zihniyetin karşısında mücadele etmekten geri adım atmayacağız.Aynı şekilde binlerce yıldır erkeği cellada dönüştüren, kadın katili yapan özel mülkiyet sistemi, kadını her geçen gün çaresizlik ve umutsuzluk kuyusunun dibine daha da çekmektedir.Kadının kendisini savunmak için erkeği öldürerek ilkelleştiren, erk-ek yöntemleri kullanmak zorunda bırakan çaresizliği bu sistemin eseridir. Ve diyoruz ki cinsler arasındaki bu zulmün sonu bunu yaratan sistemin sonuyla gelecektir.
Kadın Cinayetleri Politiktir
Erkeği Koruyan Yasalarınızla Uzlaşmayacağız!
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi
Temmuz 2015
Hacire, Urfa Viranşehir’de 19 yaşında öldürüldü. ‘Yaşadığı’ ve öldürüldüğü köy bomboş, kimse konuşmuyor… Onun yerine konuşacak olan devlet, medya ve katiller, Hacire’nin yaşamını dünyaya gözlerini açtığı günden bu yana ölümle gerekçelendirmeye devam ediyor…
HABER MERKEZİ (10.07.2015) Hacire 19’unda… Tıpkı iki yıl önce Gezi ayaklanmasında döve döve öldürülen Ali İsmail Korkmaz gibi 19 yaşında… Hayalleri, sevdası, bedeni, yaşama isteği ondan başka herkese ait bu ülkede, bir kuyuda mücadele etmiş, tam 19 sene boyunca… Ve yine bir kuyuda düşleri çürümeye bırakılmış… Yedi kat yerin dibine atılsa da çürüyecek mi bu düşler? Dört duvarın içinde gökyüzüne ‘bakamasa’ da, kendi sesinden başka her ses yasaklanmış olsa da çürüyecek mi bu düşler? Töre diye, kadın diye, namus diye, ahlak diye, mal diye bir insanın dünyasını kendi kuyularının ağzı kadar bilenlere, vesikalık fotoğrafından bakıyor Hacire… Bu fotoğrafta Ceylan Önkol’un gözleri var… Hacire’nin dünyaya, insanlara, zulme bakışı var… Kendini bile tanıyamamışken kötülüğü tanımanın hüznü var… Belki de kendi içinden başka tüm kuyulara hep böyle bakıyordu… Bir insana güzelliklere bakmaktan başka her şeyi öğreten bu dünya hepimizin yaşadığı bir kuyu…
Hacire’yi ve daha onlarca kadını ölünce tanımış olmak bile yeterince kahredici… Hacire bir kuyuya atılmış, Hacire ölmüş, Hacire cinsel saldırıya uğramış… Tek bildiğimiz kadınlığı yüzünden yaşadığı ‘sıradan’ olaylar… Gerisi Hacire’nin yaşama isteğinin duyulmadığı koca bir sessizlik… Bugün, yarın, ertesi gün, diğer gün kadınlar katledilecek, düşleri alınacak ve tüm toplum bu sessizlikle kör bir kuyuda yaşamaya devam edecek… Biz durdurmazsak, biz karşı çıkmazsak…
Kaynak:halkingunlugu.net
Ankara Sokaklarında Katliam Çağrısı!
Trans Onur Haftası ve İstanbul Onur haftasının başlaması ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP hükümeti ve havuz medyanın LGBTİ’leri hedef göstermesi sonucu nefret sokağa yansıdı.
Her yıl Haziran’ın 3. ve 4. haftası yapılan Trans onur yürüyüşü ve Lgbti onur yürüyüşü geçen yıl olduğu gibi bu yılda ramazan ayına denk geldi. Dini hassasiyetler gerekçe gösterilerek polis tarafından sert bir şekilde engellenen onur yürüyüşün ardından devletin çeşitli kademelerince LGBTİ’ler medya desteği ile hedef gösterildi.
AKP tarafından başlatılan bu nefret kampanyasının sokağa yansıması ise çok sert oldu.
Eşcinselleri öldürün çağrısı!
Genç İslami Müdafa imzalı “Lut kavminin çirkin işini yapanı görürseniz, faili de mef’ulü de öldürünüz!” ifadelerinin yer aldığı afişler Ankara sokaklarına yaygın bir biçimde asıldı.
Cumhuriyet’ten Alican Uludağ’ın haberine göre, Genç İslami Müdafaa adlı grubun internet sitesinin alan sorgulaması sonucu Küresel Analiz isimli El Nusra yanlısı isim çıkıyor.
LGBTİ dernekleri ve demokratik kitle örgütlerinin baskısı ile Ankara Emniyeti Terörle Mücadele ekipleri savcılığın talimatı üzerine soruşturma başlattı. Soruşturma sonucu ulaşılan Küresel Analiz hesabında Suriye’de savaşan radikal islamcı Ahrar Şam İslam Hareketi ile Nusret Cephesi’ne yönelik haberler paylaşılmış.
Peki, insanların cinsel kimlikleriyle ilgili iradelerine ipotek koyanlar, onları yönelim ve tercihlerinden dolayı aşağılanma ve şiddete maruz bırakanlar, bu cesareti nereden alıyorlar? Kendi gibi olmayanın sırf farklılığından dolayı yok sayılması hatta yok edilmesi gerektiğine hükmedenlerin bu cüreti nereden geliyor? Farklılıkları doğal ve insanca kabul etmek yerine, bütün insanları tornadan çıkmış gibi tek tip düşünce ve inanç yapısına sıkıştırmak isteyen zihniyetin kaynağı nereye dayanıyor?
HABER MERKEZİ(06.07.2015)-Basından takip edebilenler biliyordur: Bu sene İstanbul’da 6. düzenlenen Trans Onur haftasının önemli bir sloganı vardı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği tarafından 15-21 Haziran arasında organize edilen hafta, “Bize bir yasa lazım” sloganıyla yeni oluşacak parlamentodan net bir talepte bulunuyordu.
Statülerinin yasal bir güvenceye kavuşturulması ve cinsel kimliklerinin tanınmasını isteyen LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) üye ve destekçileri, bu hafta kapsamında gerçekleştirdikleri eylemlerle, seslerini hem yetkili yasama organlarına hem de geniş halk kesimlerine duyurmaya çalıştılar.
Müslüman bir ülkede çoğunluk tarafından, toplumsal dinamiklerin en alttakileri olarak görülen LGBTİ bileşeni bireyler, tıpkı kadınlar gibi aşağılanma ve ötekileştirilmeyle karşı karşıyalar. Aynı Müslüman ülkede “7-8 yaşındaki kız çocuklarıyla evlilik caizdir” söyleminin büyük bir infiale yol açmaması ise koskocaman bir soru işareti olarak ortada durmaktadır.
Kadınların bile cins olarak ezildiği, ötelendiği, hakir görüldüğü ve bundan dolayı sürekli ayrımcılığa tabii tutulduğu bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumda; cinsel tercih ve yönelimleri statükonun emrettiği “ideal”in dışında olan bireylere adil davranılmasını beklemek hayalcilik olurdu zaten.
Peki, insanların cinsel kimlikleriyle ilgili iradelerine ipotek koyanlar, onları yönelim ve tercihlerinden dolayı aşağılanma ve şiddete maruz bırakanlar, bu cesareti nereden alıyorlar? Kendi gibi olmayanın sırf farklılığından dolayı yok sayılması hatta yok edilmesi gerektiğine hükmedenlerin bu cüreti nereden geliyor? Farklılıkları doğal ve insanca kabul etmek yerine, bütün insanları tornadan çıkmış gibi tek tip düşünce ve inanç yapısına sıkıştırmak isteyen zihniyetin kaynağı nereye dayanıyor?
Resmi ideolojiye hakim olan “tek”çi mantığın toplum içindeki uzantısı tekçi anlayış, farklılıklara tahammül etmiyor. Toplumu oluşturan farklı milliyetlerden azınlıklar ve inanç gruplarına karşı var olan tahammülsüzlük, aşağılama ve ötekileştirme, farklı cinsel kimlik mücadelesi veren birey ve oluşumlar için de geçerlidir.
Toplumun büyük bir kesimine yayılan ve haklı hiçbir gerekçesi olmayan homofobi; esasen kendisine benzemeyeni tam olarak tanımamaktan kaynaklanmaktadır. İlkel insandan günümüze kadar insanlık, tam olarak tanıyamadığı, yabancısı olduğu varlık ve durumlara karşı, korku ve bu korkunun yol açtığı belli bir mesafe ve temkinle yaklaşmıştır. Farklı olana karşı duyulan korkunun yol açtığı önyargılar; korku duyulana daha çok yaklaşmak, onu tanımaya çalışmak, neticede de samimi bir empatiyle aşılabilir ancak.
Söz konusu korku ve homofobi, zaman zaman kendisini devrimci-demokrat olarak tanımlayan kesimler içerisinde de gözlemlenebiliyor. Bu kesimler, heteroseksüellik dışındaki diğer cinsel yönelimleri, yasaklanması-şiddetle bastırılması veya tedavi edilmesi gerekli hastalıklar olarak görmüyor belki; ama onlar da bu durumu, “doğal olmadığı” eşcinsel birliktelik ve evliliklerin çoğalması durumunda “insan soyunun devam ettirilemeyeceği” şeklindeki mesnetsiz gerekçelerle reddetmektedirler. Ancak günümüz genetik biliminin gelişimine bakacak olursak; insan soyunun devamının tamamen genetik bilimi ve teknolojisinin tasarrufunda olduğunu görürüz. Yani soyumuzun idamesi konusunda herhangi bir endişeye yer olmadığı açık!
Diğer taraftan, bir ilişkinin “doğal” veya “insani” olup olmadığına karar vermek, hariçten gazel okuyan üçüncü şahıslara düşmediği gibi erişkin insanların özgür iradeleriyle verdikleri kararların, ilişki tercihlerinde belirleyici olduğu yadsınamaz. Burada özellikle “erişkin insan” tanımlamasına vurgu yapılmasının temel nedeni; “cinsel tercihlerde özgürlük” kavramının “cinsel sapkınlıklarla” karıştırılmaması gerektiğinin altını çizmek içindir. Çünkü cinsel istismar ve sapkınlıklarda bireyin akli dengesinin yerinde olup olmadığı, erişkin olma durumu, sevgi, özgür irade, kişinin rızası gibi özellikler aranmaz.
Elbette ki; çocuklara, akli dengesi yerinde olmayan insanlara, ölülere, rızası olmayan erişkin insanlara yapılan her türlü cinsel taciz ve istismar normal dışıdır, sapkınlıktır, savunulacak bir tarafı yoktur. Ancak bu sapkınlıkların cinsel kimlik mücadelesiyle bir alakası yoktur. Bunun için, ilişkilerde ruhen sağlıklı ve erişkin insanların özgür iradesinin esas alınması, en doğru ve adilane yaklaşım olacaktır.
Ayrıca; her bireyin vücudu kendisine aittir, hiç kimsenin bir diğer insanın bedeniyle ilgili karar verme hakkı ve yetkisi yoktur. Dolayısıyla; her insanın kendi bedeniyle ilgili tasarruf hakkı sadece kendisinindir ve bu hak temel bir insan hakkıdır.
LGBTİ oluşumunun cinsel tercihlerine saygılı yaklaşılması ve bunun bir insan hakkı olarak görülmesi, yani kimliklerinin tanınması talebinin dışında, bütün toplumu ilgilendiren demokratik talepleri de vardır.
Mesela; Trans Onur Haftası kapsamındaki etkinliklerinden biri, İç Güvenlik Yasası ve bu yasanın halklar için nasıl bir tehdit ve tehlike oluşturduğunun tartışıldığı bir panel etkinliğiydi. Bunun benzeri örneklerle LGBTİ oluşumu, ülke sorunlarına duyarlı, siyasi gelişmeleri takip eden ve bu paralelde demokrasi mücadelesi veren bir oluşumdur aynı zamanda. Bu yönüyle de LGBTİ hareketinin mücadelesi, sadece kimlik mücadelesi değil aynı zamanda emek ve özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır. Zaten LGBTİ mücadelesinin sadece bir kimlik mücadelesi olmadığını fark eden egemenler, devlet iktidarının bütün baskı ve şiddet mekanizmalarını kullanarak, bu mücadelenin muhalif içeriğini bastırmaya çalışmaktadır.
Her yıl geleneksel olarak Trans Onur Haftası’nın sonunda gerçekleştirilen Onur Yürüyüşü’nde binlerce insan, daha çok insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet için sokakları dolduruyor. Tamamen insani taleplerle, barışçıl bir ortamda devam eden bu yürüyüşe, kolluk güçlerinin gaz bombaları ve plastik mermilerle saldırmaları, devletin bu konudaki politikasını net olarak ortaya koyuyor. Toplumsal muhalefetin her türlüsünü şiddet ve saldırıyla boğmaya çalışan devlet, mutaassıp iktidar sahipleri aracılığıyla, LGBTİ’nin en doğal hak arayışına müsaade etmeyerek, kendi seçmeni ve taraftarlarına da şirin görünmeye çalışıyor.
Oysa bugün LGBTİ’nin mücadelesi sonucunda; Amerika gibi, dini ve kiliseyi en bağnaz haliyle, muhaliflere karşı kullanmayı taktik politika haline getiren emperyalist bir ülke dahi, eşcinsellerin resmi evliliğini yasallaştırmak zorunda kaldı. Bu yasal düzenleme sonucunda elde edilen ‘eşcinseller arası resmi evlilik hakkı’, tamamen LGBTİ’nin uzun yıllara dayanan mücadelesiyle kazanılmıştır.
Sadece LGBTİ sembolü bayraktaki gökkuşağının renkleri bile bu hareketin, farklılıkları nasıl zenginlik olarak gördüğünü, barış, demokrasi ve çoğulculuğu ne denli önemsediğini gösteriyor aslında.
Özetlersek; özellikle demokratlıktan dem vuran kesimlerin, bırakın LGBTİ bileşenleri ve örgütsel yapılanmasına karşı çıkmayı, onların mücadelesine destek vermeme veya tarafsız durma gibi bir lüksü kesinlikle yoktur, olmamalıdır. Çünkü bu sorun bir insan hakları sorunudur ve LGBTİ’nin mücadelesi kimlik mücadelesinin yanı sıra, hak arama ve demokrasi mücadelesidir. Bu açıdan da kendisine insanım diyen her bireyin, bu insan hakları mücadelesini sahiplenme gibi bir sorumluluğu vardır.
Rima Güneş
Kaynak: www.halkingunlugu.net
Gün geçmiyor ki yeni bir işçi katliamıyla karşılaşmayalım… İhmal, kaza vs bahaneleriyle daha çok işçilerin suçlandığı bu ‘kazalar’ devlet eliyle medya üzerinden topluma kanıksatılmış durumda. Dün Soma da yapıldığı gibi her katliam azami kâr hırsının ‘allahın taktiri’ söylemleri ile örtbas edilip, her ihmal ‘istenilmeyen kaza’ olarak geçiştiriliyor. Ve yaz aylarının bitmez dramı mevsimlik tarım işçileri… Namı diğer gündelikçiler. Bir lokma ekmek parasına sigortasız, hiç bir güvence olmadan çalışmaya mahkum olan insanlar. Bu insanlardan, resmi rakamlar ve yasal güvenceler içinde hic gözükmeyip ama “iş kazaları ” istatistiklerindeki sayılarda ölenlerin çoğunluğunu kadın işçiler oluşturuyor. Öyle ki yaşarken en ağır en zor işlerde sigortasız ve güvencesiz çalıştırılıp emeğini yok sayan sistem kadının ve çocuğun varlığını ancak ölüsü üzerinden kabul ediyor. Suçları yoksul olmaları. Manisa’nın Gölmarmara İlçesi’nde, Hacıveli köyü yakınlarında üzüm tarlalarında çalışmaya giden çoğunluğu kadın mevsimlik tarım işçileri kaza geçirdi. İşçileri kasasında taşıyan kamyonet ile süt tankeri çarpıştı. Meydana gelen ‘kazada’ 13′ ü kadın birisi çocuk 15 işçi öldü 2 kişi yaralandı.
Olayı ihmal, cehalet olarak yansıtan devlet yoksulluğun en alt sınırında yaşayan ve ucuz iş gücünü oluşturan bu işçilerin katledilmesinde tek sorumlu ve suçlu olandır.
Manisa da yaşanan kaza değil sistemin yoksullukla gerçeklestirdigi yeni bir katliamdır.
Sorumlu ucuz iş gücünü devletiyle kader kılan kapitalizmdir!!
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ