Avrupa Demokratik Kadın Hareketi Duisburg’da “ Göç ve Kadın” temalı Panel gerçekleştirdi.
“Sınırsız Avrupa’nın” Kanlı Tel Örgüleri başlıklı, Duisburg şehrinde yapılan panele ATİK-Yeni Kadın temsilcisi ve ADKH temsilcisi katıldı.
Panel değişen coğrafyalarda, katliamlarla, ekonomik koşullarla, savaşlarla ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan, yaşamlarını yitiren, adını bilmediğimiz tüm insanlar adına saygı duruşu ile başlatıldı.
Bileşeni olduğu ADHK’ın ”Biz Buradayız, Çünkü Siz Oradasınız” şiarıyla başlattığı göç kampanyasının faaliyetini göçün kadınlaşması gerçekliğinde sürdüren ADKH, göçün etkilerinin birde kadına yansıyan bölümünü tartıştırmak istedi. Fransa’nın Calais şehrinde The Jungle adı verilen kampa yapılan ziyaretin resimlerinden oluşan sinevizyon gösteriminde; mülteci kamplarında, zorunlu olarak yola çıkan insanların, göç yollarında yaşadıkları ve Avrupa’nın merkezinde hangi koşullarda yaşandığı gösterildi. Sinevizyonun ardından ilk sözü alan ATİK-Yeni Kadın temsilcisi Göçün ne anlama geldiğine değinirken 1. ve 2. Emperyalist paylaşım savaşlarından bu yana Ortadoğuya dizayn vermek için çeşitli unsurları kullanarak orada yaşayan halklara göçü dayattıklarını. O ülkelerin gelir kaynaklarının kullanılmasına dair zalimce yönetimleriyle politik stratejilerine vurgu yaptı.
ADKH temsilcisi ise yaptığı konuşmada, göçün ekonomik, politik ve psikolojik açıdan yarattığı etkileri ve sonuçları üzerinde, güncel durumda göçün aldığı boyutu istatistikler ve gerek Türkiye Kuzey Kürdistan ve gerekse de Avrupa boyutuyla yaşadıkları sorunlar ve devletlerin politikalarına değindi. Kadınların kamplarda yaşadıkları duruma dair somut örnekler vererek, göçmen kamplarında yaşananlar ve gelişen ırkçılığa karşı bundan sonrasında yapılması gerekenler ve çözüm noktaları üzerine konuşan ADKH temsilcisi ” Yaşanan her türlü şiddet boyutu ile insanlığa reva görülen göç ve yarattığı yaşam, kapitalizmin hırsı adına insana ve doğaya karşı yarattığı bir talandır. Bizlerden dayatılan bu durumun kabul edilmesi beklenemez. Bu durumun kesinlikle bir ‘kader’ olmadığını haykırmalıyız. Bugün itibariyle avrupada körüklenen ırkçılığa ve akabinde geçirilen yasalara karşı ise bütünlüklü bir mücadele yürütmeliyiz. Biz buradayız çünkü onlar oradalar” diyerek konuşmasını tamamladı.
Karşılıklı soru ve yorumların yer aldığı panelde Son söz olarak nerede ırkçılık yükseliyorsa, orada kadınların daha çok zarar gördüğü, Avrupa’nın ötekisi olarak toplumun dışına itildiği vurgulanarak Devrimcilerin yapacağı göçmenlerin sesine ortak olmaktır ve mücadeleyi yükseltmektir denildi.
DKH ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla 3-14 Şubat tarihlerinde düzenleyeceği kurultayın, alt kurultay tartışmalarına devam ediyor
ESKİŞEHİR (24.01.2016)- Demokratik Kadın Hareketi (DKH), ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla 3-14 Şubat tarihlerinde düzenleyeceği kurultayın, alt kurultay tartışmalarına devam ediyor.
Demokratik Kadın Hareketi ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla İç Anadolu Bölgesi’nde 3. alt kurultayını gerçekleştirdi. İlk olarak Kürdistan’da ve Marmara Bölgesi’nde gerçekleştirilen alt kurultayların ardından, bugün de İç Anadolu Bölgesi’nde kurultay gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen alt kurultayda program, tüzük tartışmalarının yanı sıra LGBTİ, sendikalaşma, seks işçiliği, vegan vejeteryan tutsaklara ve özelde kadın tutsaklara genelde ise tüm tutsaklara uygulanan hak ihlallerine karşı nasıl mücadele edebiliriz, ekoloji ve doğa talanlarına karşı nasıl mücadele edebiliriz, işçi kadınların yaşadıkları süt izni ve doğum izni sıkıntıları hangi zeminde ele alınıp ne tür reformlarla çözülebilir, gibi konular da ayrıntılı olarak ele alındı. Tarihsel süreç içerisinde kadın mücadelesi ve günümüz Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında kadınların yürüttüğü mücadeleler ve özsavunma üzerinden sohbetler gerçekleştirildi. Yapılan tartışmalarının ardından alınan kararlarla İç Anadolu Bölgesi alt kurultayı sona erdi.
Demokratik Kadın Hareketi ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla Marmara Bölgesi’nde 2. alt kurultayını gerçekleştirdi
İSTANBUL (20.01.2015)- Demokratik Kadın Hareketi (DKH), ‘Kadın yönetime kadın iktidara’ şiarıyla 3-14 Şubat tarihlerinde düzenleyeceği kurultayın, alt kurultay tartışmalarına devam ediyor.
İlk olarak Kürdistan’da gerçekleştirilen alt kurultayın ardından, bugün de Marmara Bölgesi’nde kurultay gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen alt kurultayda program tüzük tartışmalarının yanı sıra LGBTİ, sendikalaşma, seks işçiliği gibi konularda ayrıntılı olarak ele alındı. Tarihsel süreç içerisinde kadın mücadelesi ve günümüz Türkiye- Kuzey Kürdistan coğrafyasında kadınların yürüttüğü mücadeleler ve özsavunma üzerinden sohbetler gerçekleştirildi. Yapılan tartışmalarının ardından alınan kararlarla Marmara Bölgesi alt kurultayı sona erdi.
DKH önümüzdeki günlerde İç Anadolu ve Ege alt kurultaylarını da gerçekleştireceğini duyurdu.
Sürgün politikası, MKP davasından yargılanan dört tutsağa neredeyse tüm zindanları gezdirme biçiminde vuku bulurken, hasta tutsaklar şahsında ise bu sürgün politikası ölüme sürgün etme biçiminde gerçekleşmektedir
HABER MERKEZİ (12-01-2016)- Gazetemizin 114 sayısında yayınlanan “Sürgün işkencesi mağduru tutsak kadınların baş eğmezliğini selamlıyoruz!” başlıklı köşe yazarı Bakış Can’ın yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.
MKP davasından yargılanan dört tutsağın neredeyse her hafta sürgün edildiği haberi gündeme gelmektedir. Gittikleri her hapishane idaresi, kadın tutsakları sürgün etme işkencesiyle üzerlerinde baskı kurmaya, somutta da adı geçen davadan tutsak kadınları sindirip teslim almaya çalışmaktadır. Kadın sorunu konusunda ahkâm kesen burjuvazinin gerçek yüzü bu sürgün işkencesiyle açığa çıkarken, kadın mücadelesi ilgili örgütlenmelerin vurdumduymazlığı da ayrı bir ironi olarak dikkat çekicidir…
Sınıf çatışmasının orada da son derece canlı ve yakıcı bir kuvvetle devam ettiği her açıdan görülmekte, bilinmektedir. Öyle ki, dört tutsak mümkün olan en kısa zaman diliminde o zindandan o zindana sürgün edilmekte, insanlık dışı muamelelere karşı direndikleri için yapılan işkence ve baskılara yeni eziyetler eklenmektedir. Sürgün işkencesi ile yalnızca ilgili kadın tutsaklara baskı yapılmamakta, imkânsızlıklar içindeki aileleri de büyük zorluklarla karşı karşıya getirilip aynı işkenceye maruz bırakılmaktadır.
Oradaki baskı, işkence ve zulüm elbette dört tutsağa yapılan sürgün işkencesi politikasıyla sınırlı değil. Hasta tutsaklara uygulanan politika da, zindanlarda yapılan işkencenin, baskının ve nihayetinde sınıf çatışmasının başka bir boyutu olarak yaşanmaktadır. Ağır hastalıklarına rağmen hapiste tutularak tahliye edilmeyen tutsaklar, bilinçli bir politikayla ölüme sürülmektedir. Sürgün politikası, MKP davasından yargılanan dört tutsağa neredeyse tüm zindanları gezdirme biçiminde vuku bulurken, hasta tutsaklar şahsında ise bu sürgün politikası ölüme sürgün etme biçiminde gerçekleşmektedir.
Kuşkusuz ki, zindanlarda yapılan işkence ve süren sınıf çatışması salt sürgün ve hasta tutsakların tedavilerini yapmama veya yapmaları için tahliye edilmemeleriyle sınırlı değildir. Bilakis, insanlık dışı en aşağılık uygulama ve işkenceler yapılmakta, bunlara karşı onurlu direniş tutumu nedeniyle sürgün peşine sürgün kararları verilip uygulanmaktadır. Yani sürgünden önce ve sürgüne de yol açan, faşist baskı, tecrit-tredman uygulayarak teslim alma, insan onuruna aykırı muamelelere tabi tutma ve daha farklı işkenceler yapma ile bütün bunlara karşı insanlık onuru ve siyasi kimliğin korunması adına direnme tavrının sergilenmesi vardır. Yani, sürgün sadece baskı, işkence ve zulmün sonucudur, elbette özel bir işkencedir, içkence politikasının yansımasıdır.
Klasik işkence ve insan onuruna aykırı tüm baskılarla yetinmeyen ya da çare bulamayan hapishane yöneticileri ve elbette siyasi iktidar, çareyi sürgün işkencesinde aramakta, kadın tutsakların onurlu direniş tavrı karşısında acizleşerek keyfi sürgünlere başvurmaktadır. Toplumsal yaşamda olduğu gibi, zindanlarda da sesi yeterince duyulmayan kadınların sesi olup onlarla dayanışmada bulunmak görevdir. Bu görev sadece tutsak kadınların yoldaşlarının değil, insanlık onurundan yana olan herkesin, her aydın, demokratın da görevidir. Gerçek duyarlı tavır; salt isim sahibi popüler şahsiyetlere karşı hassasiyet gösteren değil, ayrımsız olarak mazluma, ezilene, zulme uğrayana, işkence ve haksızlığa maruz kalana ve özellikle de zindana hapsedilerek işkencenin alasını yaşayan tutsak kadınlara, hastalanma koşullarında tutularak hasta edilen ve kendi başına bakımlarını yapamayacak düzeyde hasta olup tedavilerini yapabilmeleri için tahliye edilmeyip ölüme itilen tutsaklara karşı gösterilen duyarlılık ve hassasiyettir. Dolayısıyla ikiyüzlü burjuva tutuma karşı, gerek kronik sürgün işkencesinden geçirilen kadın tutsaklarla ve gerekse de bilinçli politikayla tahliye edilmeyerek ölüme itilen hasta tutsaklarla dayanışmayı büyütmek, bu dayanışmayı tüm tutsaklara yayarak gündemleştirmek devrimci görevdir.
Bu görevin bir ayağı da, hasta tutsakların tahliye edilmelerini engelleyen yönetici ve sorumlular ile kadın tutsakları aşağılık uygulama ve işkencelere tabi tutmakla birlikte, bununla yetinmeyip sürgün işkencesi uygulayan yönetici ve sorumlulardan hesap sorma tavrıyla yerine getirilmek durumundadır. Hasta tutsakları ölüm yatağına yatıranlar huzur içinde yatmamalıdır. Kadın tutsakları her türlü işkence ve onur kırıcı muameleden geçirip yetmiyormuşçasına bir de sürgün işkencesinden geçirenler elbette evlerinde rahat etmemelidirler! Yoldaşlarımıza sahip çıkmak ve yoldaşlarımıza uygulanan zulüm sahiplerinden hesap sorma ötelenemez zorunlu bir görevdir!
Mülteci sorununa gerici bir çözüm üretmenin aracı olarak kadın bedenini kullanmakta tereddüt etmeyen egemenlere; onların açtığı bu ırkçı yolda yürümeyeceğimizi ilan ediyoruz! Bununla birlikte kadınlar olarak, nerede ve hangi koşullarda olursa olsun, kadını sosyal yaşamdan izole etmeye hizmet eden her türlü davranış, saldırı, sataşma ve tacizlere karşı sonuna kadar mücadele edeceğimizden hiç kimse şüphe duymasın!
HABER MERKEZİ (10.01.2016) – 2015’in muhasebesi yapılırken, yeni yılın yani 2016 yılının kaçınılmaz olarak kadınların mücadele yılı olacağı bütün kadın örgütleri tarafından deklare edilmişti.
Demokrat, sol-sosyalist cenahta 2016’nın bütün mücadele takvimleri oluşturulurken; şu an yakıcı, akut ve acil sorunlar olan Kürdistan’da ki devlet kıyımı, Orta Doğu’nun savaşlarla yakıp kavrulan coğrafyası ve bu coğrafyayı terk etmek zorunda bırakılan mültecilerin sorununun yanı sıra kadın mücadelesi de takvimlere dahil edildi.
Bir tarafta daha 2016’ya girilen ilk dakikalarda Almanya’nın Köln kentinde yılbaşı kutlamalarına katılmak isteyen kadınlara, organize bir şekilde uygulanan tacizler ve tecavüz girişimleri haberleri gündeme düştü. Diğer tarafta ise 4 Ocak’ta Şırnak’ın Silopi ilçesinde DBP PM üyesi Sêvê Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır ve KJA aktivisti Fatma Uyar’ın T.C devleti tarafından katledilmesi. Sadece bu iki olay dahi bu yılın kadınlar için mücadele yılı olarak ilan edilmesinin ne kadar haklı ve isabetli bir karar olduğunu ortaya koyuyor.
Devletin katliamcı özü ile bu özü besleyip gün be gün üretmeye devam eden erkek egemen zihniyet, kadın ve kadın bedeni üzerinde tahakkümü bir hak olarak görmeye devam ediyor.
Kadına uygulanan baskılar, tehditler, aşağılamalar, ayrımcı-cinsiyetçi politikalar, taciz-tecavüz girişimleri bir bütün olarak fiziki veya psikolojik şiddet, niteliği ve dozu ne olursa olsun asla kabul edilemez.
Kadınlara sırf kadın olduklarından dolayı uygulanan şiddet hangi sosyal kesimden, dinsel-inançsal aidiyetten veya sınıfsal katmandan gelirse gelsin aynı nefretle kınanmak ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilmek zorundadır. Zira kadınlara reva görülen baskı ve şiddetin hiç bir haklı gerekçesi olmayacağı gibi bu tür suçlara göz yumulması veya şiddet uygulayıcı faillere kimseyi tatmin etmeyen hafif cezaların verilmesi, şiddettin sürekliliğini sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Şu sıralar Avrupa ve özelde de Almanya gündemini meşgul eden Köln’deki taciz olaylarının kabul edilemezliği ortadayken; bu olayların gündeme getiriliş biçimi ve arka planındaki devlet politikasına mercek tutmakta fayda var.
Almanya’daki taciz-tecavüz istatistiklerine bir göz atıldığında; özellikle toplu eğlenmelerin gelenek haline geldiği yılbaşı, Oktober Fest, karnaval gibi etkinliklerde kadınlara karşı sözlü ve fiziki tacizlerde ve tecavüzlerde bir artış olduğu görülür.
Bugün itibariyle polis kaynaklarına dayandırılan verilere göre bu yılbaşında da ortalamaya vurulduğunda, her yıldakine yakın taciz ve tecavüz vakasının yaşandığı belirtiliyor. Bu seneki yılbaşı kutlamalarında da diğer yıllara oranla taciz olaylarında gözle görülür büyük bir artış saptanmamakla birlikte, olayların tek tek erkek bireyler tarafından değil de erkek toplulukları tarafından, organize bir şekilde yapılması dikkat çekici. Organize çetelerin, kadınlara tacizlerden başka, telefon ve cüzdan hırsızlıklarına da giriştikleri anlaşılıyor. Bu noktada hatırlatmak isteriz ki; milliyeti ne olursa olsun hiç kimse kriminal eylemlere meyilli, cezaevlerinde yaşamaya can atan bir birey olarak doğmaz. Söz konusu suç çetelerini yaratan da ötekileştirici, yabancı düşmanı, ırkçı politikalarıyla bu sistemin bizzat kendisidir.
Taciz faillerinin büyük oranda teşhis edilememesine rağmen, kuzey Afrikalı-Arap olduklarının tahmin edilmesi, aylardır mültecileri Avrupa’dan uzak tutmaya çalışan ırkçı kesimin ekmeğine yağ sürmüşe benziyor.
Mültecileri bir bütün olarak kadın düşmanı, abazan, barbar, tacizciler topluluğu olarak sunan zihniyet Alman medyasında kendine taraftar bulmakta gecikmedi.
Almanya Başbakanı Merkel’in, mültecileri ülkesinden uzak tutması şartıyla R.T. Erdoğan’ın eline saydığı 3 milyar Avro’nun karşılığını alma zamanı geldi anlaşılan. Emperyalist talan ve savaşlarla cehenneme döndürdükleri Ortadoğu’dan şimdiye kadar kerhen de olsa mültecileri kabul eden AB ülkeleri, bundan böyle artık mülteci almamanın bahane arayışına girmiş bulunuyorlar.
Irkçı ve emperyal düşüncelerini maskeleyebilecek en iyi gerekçenin kadın bedeni üzerinden üretilmesi bizi hiç şaşırtmadı. Taciz davalarında kendi ülke vatandaşlarına komik para cezaları veren AB ülkelerinden Almanya, Köln olaylarının faillerinin mülteci olduklarını vurgulayarak, mültecileri sınır dışı etme koşullarının kolaylaştırılması gerektiği tartışmalarını ortaya attı. Ortaya atmakla kalmadı bir anda mülteci yasasının revize edilerek ağırlaştırılması meclis gündemine alındı.
Taciz, tecavüz ve bir bütün olarak kadınlara karşı işlenen cinsel suçlarda faillerin ırk, din, milliyet veya coğrafi kökenlerine göre ayrılarak ceza verilmesi, kadınları düşünmekten çok, ırkçı siyasetleri hayata geçirme çabasının bir ürünü olarak görülmelidir.
Kadınlar olarak, Köln tacizcilerine hak ettikleri en ağır cezaların uygulanmasını, cezalarla birlikte caydırıcılığı artırıcı önlemlerin alınmasını, gelecekte bu tür suçların önlenmesine yönelik en başta ailelerde sonra da okullarda gerekli eğitimlerin verilmesini talep ediyoruz. Tacizcilerin bu iğrenç saldırıları üzerinden, güdük bir mülteciler yasası oluşturulmasına karşı çıkıyoruz.
Mülteci sorununa gerici bir çözüm üretmenin aracı olarak kadın bedenini kullanmakta tereddüt etmeyen egemenlere; onların açtığı bu ırkçı yolda yürümeyeceğimizi ilan ediyoruz!
Bununla birlikte kadınlar olarak, nerede ve hangi koşullarda olursa olsun, kadını sosyal yaşamdan izole etmeye hizmet eden her türlü davranış, saldırı, sataşma ve tacizlere karşı sonuna kadar mücadele edeceğimizden hiç kimse şüphe duymasın!
Rima Güneş
Demokratik Kadın Hareketi ‘’Kadın Yönetime Kadın İktidara’’ şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kurultay kapsamında Kürdistan alt kurultayını Dersim’de gerçekleştirdi
DERSİM (10.01.2016) – Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ‘’Kadın Yönetime Kadın İktidara’’ şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kurultay kapsamında Kürdistan alt kurultayını Dersim’de gerçekleştirdi.
Demokratik Kadın Hareketi ‘’Kadın Yönetime Kadın İktidara’’ şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kurultayı kapsamında Kürdistan Alt Kurultay’ını Dersim’de gerçekleştirdi. Demokratik Kadın Hareketi olarak program ve tüzük tartışmaları yürütülürken aynı zamanda yeni örgütlenme modelleri üzerine fikir alışverişleri yapıldı. LGBTİ ve seks işçiliği üzerinden sunumların gerçekleşmesi ile beraber kadın mücadelesi, Demokratik Kadın Hareketi’nin çalışma tarzı ve bu bağlamda eylem birliktelikleri, kısa-orta-uzun vadede somut plan programların tasarlanması cephesinden tartışmalar yürütüldü.
İki gün süren toplantılar dahilinde Demokratik Kadın Hareketi Kürdistan alt toplantısı sonlandırdı.
Dersim’de panel düzenlendi
Demokratik Kadın Hareketi ‘’Kadın Yönetime Kadın İktidara’’ şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kurultay çalışmaları kapsamında Dersim’de ‘’Toplumsal cinsiyet ve ikili cinsiyet sisteminin yeniden inşası ve eğitim farkındalık atölyesi’’ başlıklı panel gerçekleştirdi.
Demokratik Kadın Hareketi temsilcisi sunumunda ; ‘’ Toplumsal cinsiyet eşitliği, bütün toplumların sorunudur. Eşitliği sağlayıp geliştirmeyi sadece “kadınların ve LGBTİ’lerin sorunu” olarak görmemek gerekir. Bu, elbette kadınların ve LGBTİ’lerin önünün açılmasını ve özerkliklerinin arttırılmasını içerir ama aynı zamanda toplumsal rollerdeki kalıcı değişimleri, aile kurumunu tekrardan tartışmayı, örgütsel pratiklerin ve alışkanlıkların değişmesini de kapsar. Dolayısıyla, LGBTİ’leri ve kadınları olduğu kadar toplumun bütününü ilgilendirir” ifadelerine yer verdi.
DKH temsilcisi konuşmasında, emek eksenli kadın hareketlerinin Heteroseksizm gibi güçlü bir ideolojiyi tartışmadığı ve kadınlık, erkeklik rollerini her gün yeniden üreten bu ideolojiye karşı mücadelenin LGBTİ’leri olduğu kadar, kadın ve erkekleri de özgürleşeceğini vurguladı.
Son olarak, Türkiye- Kuzey Kürdistan’da toplumsal cinsiyet eşitliği uçurumunu görmek için; kadın ve LGBTİ milletvekili sayısı, yerel yönetimlerde kadın ve LGBTİ istihdamı (kendi belediyelerimiz de dahil olmak üzere) mesleklerde kadın-erkek dağılımı, trans ve na-trans kadınların istihdam edilmesi ve eğitim seviyelerine bakmanın yeterli olacağını belirten DKH temsilcisi, Transgender Europe’nin trans cinayetleri raporunu paylaşarak sunumunu bitirdi.
15 Ocak 1919’da Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht işkencede katledildi.
Polonya’da bir yahudi, öteki ve kadın.. Almanya’da ise devrimci mücadelenin önderlerinden. Rosa; üreten, sorgulayan, kendi fikirlerini cesurca savunan, Batı Avrupa’da sosyalizmin teorisyeni ve eylemcisiydi.
9 Ocak 2013 Paris’te üç kürt kadın siyasetçi; Sakine Cansız, Leyla Şaylemez, Fidan Doğan katledildi. 1970’lerin Kürdistan’ında kadın gerilla olmak, milli zulme ve toplumsal yaşama damgasını vuran tüm feodal ilişkilere meydan okumak demekti.
Rosa Lüksemburg işçi sınıfı içindeki teorisyen, örgütçü ve militan yönüyle tarihte yerini alırken, Sakine Cansız Kürt ulusal mücadelesinde kararlılığı ve direngenliğiyle öne çıkmıştır.
Faşizme karşı kampüste, işkencehanede, zindanda, gerillada yaşamın olduğu her yerde direnen ve mücadele eden kadınlar…
“Beni siz değil, enternasyonal proletarya yargılar.” diyen Barbara’dan “Ben kadınım demek yürek ister” diyen Berna Ünsal’a kadının devrim yürüyüşü bugün de Günay Özarslan, Yeliz Erbay, Şirin Öter ve niceleri ile sürüyor.
Bugün Kuzey Kürdistan’da faşizmin tüm pervasız saldırılarına, yediden yetmişe herkesin hedef gözetilerek katledilmelerine, günlerce süren sokağa çıkma yasaklarına, açlığa ve ölüme karşı direnen, savaşan Kürt ulusu nice Sakine’leri kadın müfrezelerinde ve öz savunma birliklerinde yaratmaya devam ediyor..
Paris’te üç kürt kadın siyasetçinin katledilmesinde payını sürekli inkar eden T.C faşizmi bugün Silopi’de aynı dönemde Fatma Uyar, Pakize Nayır ve Seve Demir’i katlederek aleni bir itirafta bulunmuştur. Bu katliamlardaki benzerlik tesadüf değil faşizmin bilinçli mesajıdır. Bu mesaj sadece kürt kadınlarına değil, Kürt ulusal mücadelesine omuz veren eşitlik ve özgürlük savaşçısı tüm kadınlaradır.
Bir yandan haksız savaşlara ve göçlere zorlanan başta Ortadoğu halkları olmak üzere, diğer yandan ekonomik krizlerle yoksulluğa mahkum edilen işçi sınıfı ve tüm ezilenler için sosyalizmden başka bir kurtuluş yolu mümkün değildir. Rosa’nın sınıfsız-sömürüsüz bir dünya düşü ile Sakine’nin direngenliği ve millitanlığını birleştirerek tüm insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesinde Rosa’nın şiarıyla Kürdistan’daki direnişi selamlıyor ve faşizme karşı her alanda omuz omuza diyoruz;
Vardık, Varız, Var Olacağız!
Kahrolsun Faşizm ve Her Türden Gericilik!
Yaşasın Ulusların Tam Hak Eşitliği!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
Şırnak’ın Silopi ilçesinde dün akşam saatlerinde Karşıyaka Mahallesi zırhlı araçlarla uzun süre yaylım atışa tutulmuştu. Açılan ateşte yaşamını yitiren 4 kişinin cenazesi Silopi Devlet Hastanesi Morgu’na kaldırılmıştı. Cenazelere ilişkin bilgi almak için hastaneye giden HDP’li vekilleri Aycan İrmez ve Ferhat Encü devlet güçlerince engellenmişti.
Akşam saatlerinde 3 cenaze Şırnak Devlet Hastanesi Morgu’na gönderildi. Hastaneye giden HDP Şırnak Milletvekili Leyla Birlik ve HDP Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan savcılıkla görüşme gerçekleştirdi. Görüşmeden sonra bilgi veren Birlik, cenazelerin DBP PM üyesi Sêvê Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır ve KJA aktivisti Fatma Uyar’a ait olduğunu ifade etti. Birlik, 1 erkek cenazesinin ise yüzü tanınmaz halde olduğu için kime ait olduğunu bilinmediğini kaydetti.
Dün akşam Karşıyaka Mahallesi’nin taranmasından sonra 3 Kürt kadın siyasetçi Nayır, Demir ve Uyar ile ismi öğrenilemeyen 1 yurttaştan haber alınamıyordu.
9 Ocak 2013’te Paris’te de 3 kadın siyasetçi katledilmişti. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in MİT tarafından katledildiği ortaya çıkmıştı.
siyasihaber.org
Independent’ın haberine göre Hasan’ın idam edilmesiyle birlikte ekim ayından bu yana IŞİD’in katlettiği gazetecilerin sayısı beşe yükseldi.
Hasan, Suriye’nin Rakka şehrinden örgüte dair haber geçen ilk kadın gazeteci olarak biliniyordu.
‘Rakka Sessizce Katlediliyor’ adlı insan hakları örgütü de kadın gazetecinin ölümünü doğruladı.
‘Onların aşağılamalarıyla yaşamaya tercih ederim’
Daha önce defalarca tehdit aldığını söyleyen Hasan, Facebook hesabından yaptığı son paylaşımlarında “IŞİD’in kafamı kesmek istediğini biliyorum. Başımı kesmelerini, onların aşağılamalarıyla yaşamaya tercih ederim” demişti.
Hasan’ın ailesi, gazetecinin, casusluk suçlamasıyla tutuklandıktan sonra başı kesilerek idam edildiğini söyledi.
siyasihaber.org
Balıkesir’in Ayvalık ilçesi açıklarında sığınmacıları taşıyan botun batması sonucu hayatını kaybedenlerin sayısının 36’ya yükseldiği belirtildi.
Anadolu Ajansı’nın (AA) Sahil Güvenlik Komutanlığı’na dayandırdığı haberine göre, dün saat 08.06’da Altınova Mahallesi Madra Çayı sahilinde jandarma tarafından cesetler alındığı ihbarı üzerine görevlendirilen Sahil Güvenlik botu, denizden ve kayalıklar üzerinden 5 göçmeni sağ kurtardı, 7 sığınmacının cesedini buldu.
Bölgede, jandarma birimleri tarafından yapılan kıyı taramalarında da 7 sığınmacı kurtarıldı, 29 sığınmacı cesedine ulaşıldı.
Sahil Güvenlik Komutanlığına ait bir helikopter ile 3 botun yaptığı arama kurtarma çalışmaları sürüyor.
Teknede bulunanların Irak ve Cezayir uyruklu olduğu belirtildi.
Uluslararası Göç Örgütü (IOM), 2015 yılında dünya çapında 5 bin 350’nin üzerinde sığınmacının hayatını kaybettiğini, bunlardan 3 bin 770’inin Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışırken hayatını kaybettiğini açıklamıştı.
siyasihaber.org
Urfa’nın Siverek ilçesinde Demokratik Kadın Hareketi (DKH) faaliyetçisi Hatice Dağlı bugün saat 11.00 sularında siyasi polislerce evinde gözaltına alındı
AMED ( 05.01.2016) – Urfa’nın Siverek ilçesinde Demokratik Kadın Hareketi (DKH) faaliyetçisi Hatice Dağlı bugün saat:11.00 sularında siyasi polislerce evinde gözaltına alındı.
Gözaltına alınma gerekçesi olarak ise Amed’de katıldığı ve devletin Kürdistan’da Kürt Ulusu üzerinde uyguladığı terörün protesto edildiği yürüyüşler gösterildi.
DKH faaliyetçisi Dağlı, sağlık kontrolü yapıldığı ve sonrasında savcının karşısında götürüleceği öğrenildi.
Demokratik Kadın Hareketi (DKH) İstanbul Örgütlülüğü Gazi Mahallesi’nde bulunan Demokratik Haklar Derneği’nde kahvaltı etkinliği düzenledi.
Hafta içinde ev ziyaretleri gerçekleştiren DKH üyeleri kadınlarla sohbetler gerçekleştirerek pazar günü yapılacak kahvaltıya davet etti. Saat 10:00 ‘da Gazi Mahallesi Demokratik Haklar Derneği’nde toplanan kadınlarla kahvaltının ardından, kadın mücadelesine ve örgütlenmeye dönük verimli sohbetler gerçekleştirildi.
Kürdistan’da yaşanan ve kadına dönük katliamlara ilişkin fikirlerini ifade eden kadınlar, kadınların kurtuluşunu ancak örgütlü mücadele ve dayanışma ile geleceğini vurguladılar. Kadına yönelik saldırıların ve katliamların toplumsal bir sorun olduğunu ifade eden DKH üyeleri, sorunun çözümdeki hedefi birebir erkekler olmadığını erkek algısını toplumsal algıya çeviren sistem ve devlet olduğunu ifade etti.
Sohbetin ardından etkinlik, Grup Alamor Müzik Atölyesinin müzik dinletisi ve halaylarla etkinlik sonlandırıldı.
Cizre ve Silopi’de 20 günü geride bırakan ablukaya karşı halkın özyönetim direnişleri kadınların zılgıtlarıyla tarih yazıyor. “Botan’da bu gün kadınların tanklara meydan okuyan zılgıtlarının nedenini geçmişten aramak lazım” diyen Sosyolog Ayfer Şahin, “Bu yüzdendir ki, Taybet İnan’ın cenazesini 7 gün sokakta beklettiler, Miray daha bebekti elleri titremeden vurdular. Devlet kadın düşmanlığını en açık haliyle gösteriyor. Çünkü Botanlı kadın geçmişten bu güne direndi, direnmeye devam edecek” dedi
HABER MERKEZİ (02.01.2015) – Cizre ve Silopi’de 20 günü geride bırakan ablukaya karşı halkın özyönetim direnişleri kadınların zılgıtlarıyla tarih yazıyor. “Botan’da bu gün kadınların tanklara meydan okuyan zılgıtlarının nedenini geçmişten aramak lazım” diyen Sosyolog Ayfer Şahin, “Bu yüzdendir ki, Taybet İnan’ın cenazesini 7 gün sokakta beklettiler, Miray daha bebekti elleri titremeden vurdular. Devlet kadın düşmanlığını en açık haliyle gösteriyor. Çünkü Botanlı kadın geçmişten bu güne direndi, direnmeye devam edecek” dedi.
Kürdistan’da halkın özyönetim taleplerine karşı uygulanan sıkıyönetim saldırıları tarih sayfalarına yazılacak direnişler ortaya çıkardı. Silopi ve Cizre’de 20 gündür aralıksız ağır silahlarla yapılan saldırılar karşısında zılgıtlarıyla direnin halk ve özellikle kadınlar hedef alınıyor. Zahide Kadın Yaşam Merkezi Sosyologu Ayfer Şahin, Botan’da cenazesi bir sokakta 7 gün bekleyen 57 yaşındaki Taybet İnan’dan henüz 3 aylık bebek Miray İnce’ye devletin kadın düşmanlığının maskesiz halinin yaşandığını söyledi.
Geçmişte olduğu gibi bu günde zora karşı direniş var
Botan’da özsavunmaya kadınların öncülük ettiğini ve bunun sadece bu gün ortaya çıkmış bir olgu olmadığını kaydeden Ayfer, “Tıpkı geçmişte daha yakın tarih 1990’larda olduğu gibi savaş politikasının uygulandığı günden bu yana devletin uyguladığı şiddete karşı koyma refleksi oluşmaya başladı. Kadınlar artık şunu diye biliyorlar ki bir savaş var ve bu savaşa karşı çocuklarını korumak zorunda. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde Cizre ve Silopi’deki yansımaları Şırnak’ta görmekteyiz. Kadınlar her gece sokaklara çıkarak gürültü eylemiyle devletin şiddetine karşı ses çıkarmaya çalışıyorlar. Kadınlar çıkardıkları sesle çocuklarını daha güvende olmalarını sağlıyor. Eşleri evde otururken onlar sokaklara dökülerek tepkilerini Çıkardıkları sesin belki büyük bir etkisi yoktur ama bu şekilde bir ‘öz savunma gerçekleştiriyoruz’ diyebiliyorlar” diye konuştu.
‘Bir toplumu yok etmek istiyorsan önce kadınları vur’
Sokağa çıkma yasağının başladığı günden bu yana kadın katliamları daha çok çoğalmaya başladığını belirten Ayfer, “Geçmişten bu yana kadın düşmanlığı hakim. İki taraf çatışır ama bunun en büyük zararını yine kadınlar görür. Bir toplumu çökertmek istiyorsan başta kadını küçülterek o toplumu çöktürebilirsin. Bunun en büyük örneğini Şengal’de gördük. Kobane’de kadınlar direndi ve zararlarını aza indirdi. Sur, Cizre Silopi en çok katliamlarının yaşandığı yerlerdir. Taybet İnan’ı hatırlarsınız cenazesi 7 gün boyunca sokak ortasında bırakıldı. Devlet güçleri çok açık burada mesaj verdi. Buda devletin kadın düşmanlığının maskesi düşmüş halde sürdüğünün açık bir örneğidir” diye belirtti.
‘Bu savaşı da kadınlar sonlandıracak’
Bu güne kadar bütün savaşların erk zihniyet üzerinde ilerlediğini ve her savaşta kadının direngenliğini kırmak için devletlerin her türlü kirli politikayı sürdürdüğünü dile getiren Ayfer şunları söyledi: “Şunu demek istiyor sen bir kadınsın sokağa çıkamazsın çıktığın an vurulursun. Kadınsan evinde otur aileni koruyamazsın mantığı hâkim. Bu zorlu süreç başladığından bu yana aslında kadınlar bu mücadelenin başını çekiyor. Huzur döneminde barış döneminde kadınlar nasıl en öndeyse bu dönemde de aynı şekilde ön saflarda yer alıyor. Çünkü kendilerini ve çocukları koruyacak tek kişinin yine kendileri olduğunu biliyorlar. Bu savaşta da kadınların mücadelesiyle sona erecektir.”
JINHA