İşçi emeğinin sömürüsü üzerine kurulu kapitalist üretim ilişkisi, kendi karakterini işçi ve iş güvenliği üzerinden bugün SOMA da bir kez daha göstermiştir. SOMA da meydana gelen patlamayı egemenler ilk etapta mesleğin kaderi olarak açıklayıp, bu katliamın nedenlerini alınmayan iş güvenliği önlemlerini açıklamayarak, kendi sorumluluklarını karanlıkta bırakmaya çalışmaktadırlar. Öte yandan burjuva aydınlarının „tatlı ölüm“ diye yaptıkları sözde bilimsel açıklamalarla halkın acısını ve öfkeleri dindirme gayeleri batık sistemi kurtarma çabasıdır. Halkın öfkesini „ Allah rahmet eylesin “diyerek timsah gözyaşları ile bastırmak isteyen takım elbiseliler bu katliamdan kaçamayacaklar. SOMA da daha önceden de vuku bulan iş kazaları yetersiz iş güvenliği gerekçesi ile parlamentoya sunulan soru önergesinin reddedilmesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığın verdiği çalıştırma onayı ile devletin hangi tarafta durduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Hâkim sınıf burjuvazinin ve sermayenin refahını düşünen devlet aygıtı hiçbir zaman işçinin yanında olmamıştır. 1 Mayıs’ı işçinin mücadele gününü yasak ilan edip engelleyen ve güvenlik birimlerini olağanüstü yetkilerle donatıp işçilere gaz kapsülü, tazyikli su, “orantısız” şiddet reva gören devlet, bugün işçi ölümleri karşısında düzenbaz bir rol içerisinde sahte gözyaşlarını dökmektedir. Soma’da gerçekleştirilen katliamın esas sorumlusu SOMA Kömür İşletmesi A.Ş. Yanı sıra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve ona bağlı Denetleme Kuruludur. Yani sermaye ve devlet ele ele bu katliamı gerçekleştirmiştir. Yaşamını kaybedenlerin sayısı bugün bildiğimiz 282 ve sayı giderek artmaktadır. İçeride kaç kişinin olduğu halen meçhul. Kayıtsız çalışanların sayısı saklanmakta ve en az bir çocuk işçinin de madende çalıştırıldığı bilinmektedir.
Halk sokakta acısını isyana dönüştürdü.
Yasta değil isyandayız, işçi ailelerin feryadı dünyaya yayılıyor. Devlet yine işini yapıyor. Protestocular karakolları, maden işçileri morgları dolduruyor. Halkın acı ve öfkesi şiddetle bastırılmaya çalışılıyor.
Yasta değil isyandayız! İsyanımız bize kader diye sunulan devlet katliamına, isyanımız ekmeğimize, evimizi ısıtan kömürü kana bulayanlara! Kara elmas diyarında elmas değil tabutlar çıkıyor peş peşe.
Bizler isçiler, memurlar, aydınlar, öğrenci gençlik, kadınlar yani toplumun tüm ezilen ve ileri kesimi bugün bizlere bu acıyı yasatanlara, yaşamımızı etkileyen, öldüren bu çalışma koşullarına sessiz kalmayıp birlikte mücadele etmeliyiz. Kısa vade de demokratik haklarımız-sağlık-emeklilik sigortası, işçi güvenliği, işsizlik parası, sendika, grev hakkı- ve geleceğimiz için örgütlenip sokağa çıkmalı, uzun vade de ise bu sömürü düzenine karşı sosyalist mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bizlerin emeği üzerinden yükselen bu sistem, yine bizlerin emeği ile alaşağı edilecektir. Egemenlerin korkusu olan gücümüz birlikte örgütleyeceğimiz direniştir.
Üretimi sınırsız durduralım!
Genel grev ve genel direniş!
Yasta değil isyandayız!
Başka bir dünya mümkün!
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi
Mayıs 2014
Soma kara elmas diyarında yaşamlar yok edildi, yüreklere ateş düştü.
Hayatın insanın yüzüne atılan bir tokadı gibi geldi bu cümle bana. İçimi o kadar çok acıttı ki kelimelerde yetersiz kaldı. Bu cümleyi yerin metrelerce altında bir parça ekmek için karanlığın merkezinde çalışmak zorunda bırakılan yüzü kömür karası ama yüreği apaydın olan bu işçiye hangi psikoloji söyletiyordu. Dün bundan başka birşey düşünemedim. Bu acaba gerçekten Nazım’ın dediği gibi insanımızın yüreğinin büyüklüğü mü yoksa işçi olması, gelir seviyesinin düşük olması, fakirliği, garibanlığı ile şekillenen bastırılmışlık ve sömürülmüşlük ruh hali midir?
Ölümün soğuk yüzünü hissedip, tekrar güneşi gören bu işçinin kaygısı neden bir parça bezin kirlenmesi oluyor?
Soma’da şu an itibariyle 282 işçi kardeşimiz yaşamını yitirdi. Kaza olarak lanse edilen bu işçi katliamı Türkiye tarihinde ki en büyük “maden kazası” olarakta tarihte yerini aldı. Devletin sözcüleri dünyadan örnekler vererek yaşanan faciayı örtbas etme derdine düşmüşler. Ve anlayış olarakta 1800′lerde kalmış başbakan da “İngiltere’de de 1800 lerde böyle kazalar oldu bu işin doğasında var” diyerek her zaman ki gibi muhteşem açıklamalarından birini yaparak kendi vicdanını rahatlatıyor. Tabiki her işin bir riski vardır. Ama sizin göreviniz bu riskleri en aza indirecek tedbirleri almak ve böylesi yüksek risk taşıyan işlerde de sürekli kontroller yaparak sorumluluğunuzu göstermektir. Ama Bakan Taner Yıldız “…milli değerlerimizi yeryüzüne mutlaka çıkarmalıyız” derken çıkarılması için gerekli güvenli koşulları neden mutlaka diyerek yerine getirmiyor. Yazılanlara göre açılmadan önce bir çok eksiğin olduğu söylenen Soma madeninin hesabını vermek zorundalar.
Kurumların raporlarının hiç bir önemi yok, risklere dair yapılan önerilerin hiç biri dikkate alınmıyor Türkiye’de. Eğer birileri istiyorsa o iş mutlaka olacaktır. Sonrası ne? Altı üstü insan ölmüş ne olacak ki? İşte anlayış bu ve biz de bununla yaşamaya alışmışa benziyoruz. İnsanlık yer altında can verirken yer üstünde sorumlularıda timsah göz yaşları döküyorlar, yas ilan ediyorlar, “acı çekmediler” gibi saçma sapan cümleler kuruyorlar.
Türkiye genel işçi ölümlerinde Avrupa’da birinci ve dünyada ise üçüncü durumda (TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu Kurulu açıklamasından) Ama gelin görün ki onlar hala sürekli “iş kazası, kader” gibi açıklamalarla katliamcı karakterlerini gizleme çabasındalar. Ama bu boş bir çabadır. İnsanlık bunu asla unutmayacak ve affetmeyecek.
Sömürülen, sürekli baskı altında tutulan, en temel hakları ve iş güvenlikleri sağlanmayan, sadece egemenlerin ve kapitalizmin kar hırsıyla bir meta olarak pazarda alınan ve satılan insanın yaşam hakkını savunmak, yaşanan acıyı paylaşmak isteyen ve artık yeter diyen halkın öfkeside her zaman ki gibi şiddetle bastırılıyor ve göz altına alınıyor.
“Yanan bizdik, siz kömür sandınız!” diyen madenci kardeşimizin gözünden süzülen göz yaşını, babasız kalan çocukların yüreklerindeki acıyı, çöken kömür karası karanlığı nasıl aydınlatacaklar.
Yas kabul etmiyorum, oturup kadere yanmak değil derdim. Öfkemizi haykırma zamanındayız, İsyandayız!!
İnci Kaya
Hamburg’da 3 Mayıs günü rahatsız olan oğlu tarafından yaşamını yitiren Hülya Arslan kadın arkadaşları ve dostları tarafından gerçekleştirilen bir cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlandı. Saygı duruşuyla başlayan cenaze töreninin ardından sevenlerinin, dostlarının ve Kadın Örgütleri temsilcilerinin yaptıkları konuşmalarla hayatı kadın penceresinde her yönüyle yaşayan ve amansız mücadele eden Hülya Arslan’ın buna rağmen mücadelenin her yerinde olduğunu, yanındaki kadınlara örnek çalışmalar yaptığını ve talihsiz bir şekilde ölmesinden öncesine kadarda bu mücadelesini sürdürdüğünü anlattılar. Hülya’nın sevdiği şarkıların söylendiği şiirlerin okunduğu cenaze töreninde oldukça duygulu anlar yaşandı. Tören sonrası kadın arkadaşları ve dostları tarafından tabutu taşınan Hülya Arslan, Hamburg’da Ohisdorf mezarlığına defnedildi.
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
Almanya’nın Hamburg kentinde Kadın Ağı tarafından ‘İktidar-Kadın-Beden‘ başlığı altında insan hakları savunucusu Eren Keskin ve LGBTİ aktivisti Kıvılcım Arat’ın katılımıyla bir panel düzenlendi. Birçok kadın örgütünün temsilini bulduğu Kadın Ağı kurucu üyesi Hülya Arslan’ın aynı gün şizofreni hastası olan oğlu tarafından öldürülmesi ise panele katılan insanlar arasında şok etkisi yaptı.
Skype üzere panele katılan avukat Eren Keskin, kadının maruz kaldığı her durumun siyasetle ilgili olduğu gibi her kadın cinayetini de politik bir cinayet olarak değerlendirmek gerektiğini söyledi. Özellikle Kürdistan coğrafyasında tecavüz ve cinsel tacizin uzun yıllar boyunca kadının iradesini kırmak amacıyla sistematik bir devlet politikası olarak uygulandığı belirten Keskin, hem yasalarda hem de toplumsal algıda bir değişimi sağlayabilmek için tüm kadınların taleplerini ifade ederek mücadele etmeleri şart olduğunu söyledi.
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği temsilcisi Kıvılcım Arat ise, 2007 yılından bu yana LGBTİ ve insan hakları üzerine yürüttükleri çalışmalarını anlattı. Nefret suçu mağdurlarının dava takiplerinden hukuki danışmanlığa, hak ihlallerinden çeşitli eğitim atölyelerine kadar birçok alanda çalışmalarının devam ettiğini belirten Arat, sadece LGBTİ hakları üzerinde değil, tüm hak ihlallerine karşı siyaset üretmeye çalıştıklarını vurguladı. Kendini ‘Kürt, Alevi ve Trans bir kadın’ olarak tanıtan Arat, Roboski katliamından Sivas katliamına, kadın cinayetlerinden işçi cinayetlerine, azınlıklar, inanç ve kimlik siyasetinden politik gündeme kadar birçok alana dair çalıştıklarını ve tüm ötekilerin eylem birliğini hedeflediklerini belirtti. Şiddet mağduru tüm gruplar gibi LGBTİ’lerin de şiddeti çeşitli boyutlarıyla yaşadıkları, bunu toplum ve devlet şiddeti olarak ikiye ayırmak mümkün olduğunu kaydeden Arat, devlet şiddetinin altında polis şiddetini ayrı olarak değerlendirmek gerektiğini, tecavüzden tutalım kaba işkenceye kadar bu kurum aracılığı ile yaşama geçirildiğini belirtti.
Arat, şiddete karşı ses çıkartırken, zulmün, katliamın ve acının hayatın günlük birer parçası olduğu bir düzende hak, adalet ve özgürlük arayışın toplumun tüm kesimleri için olması gerektiğini de ekledi. Moderatörlüğü Rojbin Kadın Meclisi üyesi Meral Babur tarafından yapılan panelin ikinci bölümünde ise, Hamburg Kadın Ağı bileşimlerinden Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) ve Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) temsilcileri kendi çalışmaları hakkında bilgi verdiler. ADKH adına konuşan Berivan Upçin, bir süredir cinsel sömürüye sessiz kalma‘ şiariyla yürüttükleri imza kampanyasının amacını anlattı. SKB temsilcisi Hatice Kar ise, geçen yıl Hamburg‘da ilk kez düzenlenen mülteci kadın konferansı konusunda bilgi vererek, ikinci konferansın yazın yapılacağını açıkladı. Kadın katliamları ve nefret cinayetleri üzerine tartışmaların yoğun olduğu panelin sonunda katılımcılar, Kadın Ağı kurucu üyesi Hülya Arslan’ın yaşamını yitirdiği haberini aldı. Uzun yıllardır kadın çalışması yürüten iki çocuk annesi Arslan’ın şizofreni hastası oğlu tarafından öldürüldüğü bildirildi.
Bu haber Firatnews.com’dan alinmistir.
Nijerya’da İslamcı militan Boko Haram’ın kaçırdığı kızların sayısı 200’ü aştı. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre özellikle okullarından alınıp kaçırılan kız çocukları köle pazarlarında satılmaya ve evlendirilmeye zorlanıyorlar. Aileler yaptıkları açıklamalarda devletin hiçbir şey yapmadığını ve çocuklarının bir an önce bulunmasını istediklerini söylüyorlar. Son olarak 8 ve 15 yaş arası 8 kız çocuğunu daha kaçıran Boko Haram yaptığı video konuşmasında; “Kızlara söylüyorum gidin ve evlenin. Biz batılıların eğitimine karşıyız ve ben batılıların eğitim sistemine hayır diyorum. Tekrar ediyorum ben kızları kaçırdım ve onları satacağım. Kızların satıldığı bir pazar bile var.”
Birleşmiş Milletler yaptığı uyarıda ise kaçırılan kızların satılmasında rol alan herkesin uluslar arası yasalar gereğince tutuklanacağını belirtti. Yapılan açıklamada ” Uluslar arası yasalara göre kölelik ve seks köleliği yasaktır” denildi.
Bekleyiş içinde olan aileler ise 3 hafta önce kaçırılan kızlarının hayatlarından endişe ettiklerini ve bir an önce bulunmalarını istediler.
Haber kaynağı; The Guardian 6.05.2014