Feminizmin Tanımı
Toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, sınıf çelişkisinin ve ulusal/etnik ya da ırka dayalı egemenlik biçimlerinin yanı sıra toplumları biçimlendiren temel hakimiyet biçimlerinden biridir. Patriarkanın ve kapitalizmin dinamikleri birbirine indirgenemeyecek ama birbirini besleyen dinamiklerdir. Bu feminist tahlile göre erkek egemenliği, kadınların ezilen, erkeklerin ezen taraf olduğu başka bir ifadeyle biri hakim diğeri tabi iki toplumsal grubun karşı karşıya geldiği bir toplumsal ilişkidir.
Feminizmin Çıkışı
Kadınların ezilen bir toplumsal grup olma bilincinin tarihsel ön koşulu eşitlik kavramıdır: Toplumun düzenlenmesinde temel ölçü hak eşitliği olduğunda, insanların her tür farklılıkların ötesinde eşit hak sahibi yurttaşlar oldukları ilkesi yerleşik hale geldiğinde, kadınlar bir toplumsal grup olarak ayırıma uğradıklarının bilincine varır ve buna karşı kollektif bir isyan başlatırlar. Herkes için geçerli olduğu savunulan bir toplumsal ilke kendilerini kapsamamakta, temel toplumsal ölçü açısından kendilerine karşı ayırım yapılmaktadır. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin doğal kaynakları olmadığı varsayımına dayanan genç burjuva ideolojisi, kadınları içinde bulundukları ikincil konumun kaynağını toplumda aramaya yöneltir.
Feminizmin ortaya çıkışı ve tarihçesi aynı zamanda kadının mücadele güncesinin bir parçasıdır. Bundan dolayı ” feminizmden ne anlamalıyız” sorusuna cevap aramaya çıkmadan önce, feminizmin tarihteki gelişimine bir göz atmak gerekiyor.
Oldukça geniş bir gelişim yelpazesine sahip Feminizmin tarihçesini dolayısıyla ana ve alt akımlarını, bütün yönleri ve detaylarıyla ele almak uzun soluklu ve uzman elden bir dökümantasyon çalışmasını gerektirir. Bu nedenle burada genel başlıklarla bir kronolojı ve ardından bir değerlendirmeye yer vereceğiz.
Sosyal gelişmenin ancak kadınlara verilecek daha fazla özgürlükle mümkün olabileceği” düşüncesinin sahibi Charles Fourier (1772–1837) ‘feminizm’ kavramını tarihte ilk olarak kullanan kişidir. Feminizmin düşünce olarak bu sade savunusundan sonra, feminizm akımı ile ilgili ilk yaklaşımlar 17. yüzyılda (insan haklarının da desteğiyle) Marie Le Jars de Gourney’ın yazılarında ortaya çıkmıştır.
Bunun yanı sıra Christine de Pizan, Olympe de Gouges, Mary Wollstonecraft ve Hedwig Dohm’un da eserleri feminizm felsefesinin ilkleri arasındadır.
Teori olarak feminizm, ilk olarak 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarına denk gelen zaman aralığında, temel haklar kategorisinde dünya sahnesine çıkmıştır. O zamana kadar ataerkil bir toplumda temel hakların sahibi sadece erkeklerdi. İnsan Hakları olarak görünen “Erkek Hakları”nın 17 maddesinin kadınlara uyarlanması gerektiğini savunan Olympe de Gouges, 1793 yılında Fransa da kadınların da temel insan haklarına sahip olmasını sağlayan girişimi başlatmıştır. Fransa’da elde edilen bu temel insan hakları kadınlar için bir ilktir.
Bu tarihsel ön koşullar feminizmin birinci dalgası olarak anılan ve kadınlar için oy hakkını savunan sufrajet hareketini hazırlamıştır. 19. yüzyılın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; ABD ve Avustralya’da kitlesel bir dalga olarak başlayan kadın hareketlerinin, “erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışabilme isteğiyle” ortaya çıktığını görüyoruz. 19. yüzyılın sonlarına kadar birçok ülke, kadınların bu kitlesel hak arama hareketinden etkilenmişlerdir.
Feminizmin Dalları ve Örgütlenmeleri
Batı Avrupa’da ve ABD’de ( ve oradan esinlenerek Türkiye’de) , feministler feminizmin tarihini iki temel dalga şeklinde kavramlaştırırlar : Merkezinde oy hakkı mücadelesinin yer aldığı birinci dalga ve 1960’ların ikinci yarısında başlayan ve yeni feminizm olarak da anılan ikinci dalga. İkinci dalga feminizmin birinci dalga feminizmden esas farkı, kadın-erkek eşitliği perspektifinin ötesine geçerek, bizzat bu eşitliği sağlamanın ancak patriarkal sistemin aşılmasıyla mümkün olacağını öne sürmesidir. Bu yeni feminizmi birinci dalganın çalışma hayatına ve yurttaşlığa ilişkin eşitlik taleplerini sürdürmekle birlikte gündemine yeni sorun kümelerini dahil eder : Cinsellik, beden, kadınlara yönelik şiddet ve kadınların görünmeyen ev emeği, bunların başlıcalarıdır. Aslında bu yeni mücadele alanları feminizmin politika alnının yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir : ‘ Özel ( ya da kişisel) olan politiktir !’ sloganıyla feministler o güne kadar politika – dışı olarak görülen sorunları politikleştirdiklerini ilan etmektedirler. Evlilik- içi tecavüz, kadınların görünmeyen ve karşılıksız emeği gibi yeni adlandırmalarla, kişisel ilişkilerin ve özel alanın doğallaştırıla gelmiş çeşitli boyutları üzerindeki doğallık peçesi böylece sıyrılır. Kadın erkek ilşkilerinin bu vecheleri sistematik bir hakimiyet ilişkisinin çeşitli boyutları olarak kavramlaştırılmaya başlanır. Aradan geçen yıllarda, evlilik içi tecavüz, işyerinde cinsel taciz vb. Hukuksal düzenlenmenin konusu haline gelir, ev emeği ölçümeye başlanır ve tazmini için çeşitli talepler geliştirilir.
Öte yandan ikinci dalga feminizmin bir ilkesi de erkeklerden ayrı örgütlenmek ve faliyetlerin büyük bölümünü erkeklere kapalı olarak sürdürmektir. Ezilenlerin kurtuluşunun ancak kendi mücadelelerinin eseri olacağı bilgisinden hareketle geliştirilen bu ilke ile, hem erkeklerin kadınlar adına konuşmasının önü alınmış olur, hem de bizzat mücadele süreci kadınların kendilerini dönüştürdükleri bir süreç haline gelir. Bilinç yükseltme toplantıları, feminizmin tek değilse de öncelikli çalışma yöntemlerinden birisidir. Özel- kişisel olanın politik olduğu sloganı bu toplantılarda somut içeriğine kavuşur.
İkinci dalga feminizmin kadınların kurtluş mücadelesinin örgütlenme ilkelerine yaptığı bir başka katkı ise, hiyerarşik olmayan, esnek, küçük gruplar anlayışıdır. Bu ilke kadınların ezilme biçimlerinin çeşitliliğinden kaynaklanır. Kadınların tümü bir toplumsal egemenlik ilişkisinin tarafıdırlar, ama bu ezilmeyi farklı farklı biçimlerde yaşarlar, dolayısıyla da öncelikleri farklıdır. Kadınların patriarka içindeki somut konumlarını ve ezilme biçimlerini belirleyen bir yandan sınıfsal/ ulusal/ ırksal aidiyetleridir. Öteyandan, özellikle Türkiye gibi kamusal alana katılımlarının önünde çeşitli engellerin olduğu ülkelerde kamusal alanla kurdukları ilişki kritik bir önem taşır. Bunun dışında, cinsel yönelimleri, evli olup olmadıkları, anne olup olmadıkları, tam zamanlı ev kadınlığı yapıp yapmadıkları da tayin edici etmenlerdir. Bu çeşitliliği hiyerarşik, merkezi, geniş bir yapıda, temsile dayalı bir ilişki biçimiyle kucaklamak mümkün değildir. Bu çekirdek yapıların birlikte davranması kampanyalar yada koordinasyonlar aracılığıyla sağlanır.
Farklı Feminizm Türlerinden Bazıları
* Eşitlikçi,
* Kadın merkezli
* Baskının ataerkillikten kaynaklandığını kabul eden
* Baskının kapitalizmden kaynaklandığını kabul eden
* Ayrımcı
* Batı dışı formlar
Eşitlikçi formlar:
* – Eşitlikçi feminizm – Önde gelen feminist liderleri de içeren çoğunluk bunun feminizmin gerçek bir formu olmadığını öne sürmektedir.
* – Bireyci feminizm – (liberteryen feminizm olarak da bilinir) Yukarıdakiyle aynıdır.
* – Liberal feminizm
Kadın merkezli (gynocentric) formlar:
* – Kültürel feminizm
* – Cinsiyet feminizmi
* – Pop feminizm
* – Radikal feminizm
*
Baskının ataerkillikten kaynaklandığını kabul edenler:
* – Anarko-feminizm
* – Radikal feminizm
* – Fransız feminizm
* – Seks radikal feminizm
*
Baskının kapitalizmden kaynaklandığını kabul edenler:
* – Marksist feminizm
* – Sosyalist feminism
Ayırımcı (segregationalist):
* – Lezbiyen feminizm (lezbiyen ayrıkçılığı/lesbian separatism) )
* – Ayrılıkçı feminizm/seperatist feminist
Afrikan-Amerikan
* – Siyah feminizm / Black Feminism
* – Kadıncılık/Womanism
Batı-Dışı :
* – Üçüncü Dünya feminizm
* – Sömürge sonrası feminism
Alt feminizm dalları – Ekofeminizm – Fransız Feminizmi – Radikal Feminizm – Liberal Feminizm – Lezbiyen Feminizm – Marksist Feminizm – Sosyalist Feminizm – Pop Feminizm – İslamcı Feminizm – Ruhsal Feminizm – Maddi Feminizm – Postmodern Feminizm – Varoluşçu Feminizm – Pro-seks Feminizm(seksüel açıdan liberal feminizm, seks-pozitif feminizm diye de bilinir) – Post-Kolonyal Feminizm – Amazon Feminizm – Kültürel Feminizm – Anarko-Feminizm – Üçüncü Dalga Feminizm – Kadınizm/Kadıncılık (Womanism) – Bireysel Feminizm
Toplumsal algi olarak feminizm nasıl ele alındı?
Feminizim toplumdaki algılanışı tarihsel süreçlerden ve toplumsal iş bölümünden ayrı ele alınamaz. Feminizmin, ortaya çıkış döneminde kadının toplumdaki durumundan bağımsız değildi. Hem bu durumun nedeni hem de sonucudur diyebiliriz. Yani tarihsel olarak bir yandan feminist kadın hareketleri, kadının kendi iradesine dayalı öz örgütlülükler ile ataerkil sistemi aşabilecek araçlar olarak ortaya çıkmış, öte yandan pratik mücadele içerisinde bulunan kadın aktivistlerin sol örgütlerde hakim olan ataerkil görev dağılımı ve alt konumlandırmaları sonucu feminizme ve beraberinde kadın öz örgütlülüğüne yönelmişlerdir. Toplumda feminizm erkeğe düşman, erkek cinsine karşı olarak algılanır. Feminizm, ataerkil sisteme karşı geliştirilmiş cins teorisi olarak görülmemekte, aksine kadını ötekileştirerek hatta aşağılayan bir hakaret olarak ele alınmaktadır.
Bunu çeşitli sokak röportajları, anketler ve sosyal blog üzerinden yürütülen tartışmalardan görebilmekteyiz. Feminist, toplumda erkek düşmanlığı ile bütünleştirilmekle birlikte bunun yanısıra problemli, bencil kadınlar, lezbiyenler, kadın hakimiyeti gibi kavramlar ile tanımlanmaktadır. Kadının siyasetle ilgilenmesini pek makbul gören bir durum olmadığını da hesaplarsak feminist teori erkeğe karşısında duran radikal bir karşı duruş olarak algılandı. Hayatın her alanında, aile içinde, eğitim kademelerinde, iş yaşamında, politikada hatta zihnimizde o kadar çok hakim olan ataerkillik, feminizme yönelik algısının ‘sorunlu’ olması bu yüzden şaşırtıcı olmasa gerek. Genel olarak feminizm algısının doğru anlaşılması için bir hesaplaşmanın olmaması, toplumun ataerkil yapısının sistematik bir biçimde sürekli yeniden üretilmesi, feminizmin kitlelere bilimsel bir şekilde tartıştirilmasinin sağlanmaması geri olan bu yaklaşımı genel mentaliteye dönüştürmüştür. Bu noktada ataerkil yapiyi ve mentalitisini değiştirmek, dönüştürmek isteyen feminist kurumlar da kitlelere ulaşmakta zayıf kaldı diyebiliriz.
ADKH nasıl ele aldı?
Genel olarak feminst kadin kurumlarini kitlelere ulaşma noktasında zayıf kaldı dedik. Ancak kendimizin de içinde yer aldığı, kendini anti- kapitalist, anti-emperyalist olarak tanımlayan birçok kadın kurumu olarak sol oportünizmin etkisi ile feminizmi sistem içi mücade olarak tanımlayıp, feminizmin savunularını, ezilen cins adına ve cinsel yönelimler adına yürüttüğü demokratik haklar mücadelesini sahiplenemedik ve bu noktada feminist teorileri anlamada, tartışmada toplumsal algının ötesinde hareket edemedik. Sosyalist hareketler feminizmi bir kadın tarihi olarak görmek yerine, sınıf mücadelesine direk hizmet etmeyen düzen içi akım olarak gördü. Öyle ki kadının bireysel isyanı dahi feminist olarak damgalnıp ‘hizaya’ getirmenin adı olabildi. Bu yaklaşımlar kadın hareketlerine de yansıdı. Ataerkil anlayışa karşı yapılan çıkış örgütsel hiyereşiye uymuyorsa en basit yöntemle ‘siz feminist misiniz’ sorusu ile kadınların gücünün parçalanmasına neden olabildi. Kadınlar bu kez de feminist olmadıklarının ispatının peşine düşüyorlardı. Bu ikircikli tutum feminizmle araya sınır çekmeyi ‘doğallığında’ getiriyordu. Kadın mücadelesine çektiğimiz her sınır bizi ( özelliklede sosyalist mücadele veren kadın hareketlerini) kısır döngü içerisinde kendini, tekrarlayan ya da bitiren hareketlere dönüştürdü. Hayatı değiştirme çabasını bir karınca yolu gibi özenle dizen kadın emeğini görmezden gelmek kadın tarihi açısından kayıp emek olarak görmek gerekir. “Kadının en bilimselinden en ilkeline dek tüm mücadele araçlarının savunan’’ kadın hareketimizin bu anlayışı bizi feminist tarihle yüzleşmeye götürdü. Feminizm kadın tarihidir biz bu tarihin bir parçası olarak bunu sahipleniyoruz. Sınıf mücadelesinin nihai hedeflerinde, sömürünün ortadan kaldırılması ve özgürlük mücadelesi kadar, cinsler arası hak ve fırsat eşitliğinin sağlanması da varsa; nihai hedefe ulaşılana kadar sınıf mücadelesi bileşeni kadınların feminizmi sosyalist içeriği ile savunması doğaldır. Bizde bu doğalık içerisinde uzağında durduğumuz bu tarihin içinde buluyoruz kendimizi.
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ- MART 2015
Bu yıl 6.sı düzenlenen Trans Onur Haftası kitlesel bir yürüyüşle sonlandırıldı. Demokratik Kadın Hareketi’nin de örgütleyicisi olduğu yürüyüşe HDP Milletvekili Erdal Ataş’ta katıldı
İSTANBUL (21.06.2015)- Her yıl kitlesel bir şekilde düzenlenen Trans Onur Haftası 6. yılında ‘Bize bir yasa lazım’ şiarıyla örgütlendi. İstanbul LGBTİ Derneği’nin ve Demokratik Kadın Hareketi’nin örgütlediği hafta, bugün yapılan kitlesel bir yürüyüşle sonlandırıldı. Saat 17.00’de Fransız Konsolosluğu önünde toplanan kitle ‘Bize Bir Yasa Lazım’ ve ‘Trans# Evi’ yazılı Türkçe ve Kürtçe pankartlar taşıdı. Dev LGBTİ bayrağının taşındığı yürüyüşte ‘Susma haykır Translar vardır’, ‘Jin jiyan azadi’, ‘Gezi şehitlerine bin selam’, ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz’, ‘Aksaraylar yıkılsın yerine trans misafirhanesi açılsın’ sloganları atıldı. Yürüyüş boyunca Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Erdal Ataş’ta pankartı tutarak kitleye eşlik etti.
‘DHF’li tutsaklara özgürlük’
27 Mayıs’ta Demokratik Haklar Federasyonu’na düzenlenen polis baskınında tutuklanan 9 DHF’li de unutulmayarak ‘DHF’li tutsaklar serbest bırakılsın’ sloganı atıldı.
Yürüyüş boyunca devletin LGBTİ’lere yönelik nefret politikaları ve yeni getirilen İç Güvenlik Yasası çekilen ajıtasyon ve sloganlarla protesto edildi.
YPG ve YPJ’nin Tel Abyad’daki zaferini de selamlayan kitle YPG/YPJ savaşçıları için ‘Keçe Kurdan’ türküsünü söyleyerek halaylar çekti.
Yürüyüş boyunca İstiklal Caddesi’ni abluka altına alan polisler de ‘Polis fuhuş yap onurlu yaşa’ “Polis kaç kaç kaç ibneler geliyor”, “Faşizme karşı bacak omuza” sloganlarıyla protesto edildi.
Ayrıca önceki hafta yaşamını yitiren Süleyman Demirel’i de es geçmeyen kitle, “Kötü bilirdik, hakkımız haram olsun” dedi.
Islık ve zılgıtlarla isyan koşusu gerçekleştiren binlerce kişi, Tünel Meydanı’na yürüdü.
Ataş ‘Yalnız değiliz. Bugün bu eşiğe daha fazla yaklaşmış bulunuyoruz’
Taksim Tünel’e gelindiğinde HDP Milletvekili Erdal Ataş bir konuşma yaptı. Ataş konuşmasına LGBTİ’lileri ve onları yalnız bırakmayan dostlarını selamlayarak başladı. Devletin toplumu 5 temel sorun üzerinden sömürdüğünü belirten Ataş, Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasının en zengin bölgelerden biri olmasına rağmen halkların yoksulluk içerisinde yaşadığını ifade etti. Bir diğer sorunun dillerin yasaklı olması olduğunu vurgulayan Ataş, ekolojik ve inançsal yönden de insanların yasaklandığını belirtti.
‘İnsanlığın sömürü ve zulüm durağının ilk saldırısı ise cinsiyete dayalı saldırılardır’ diyen Ataş, seçim sürecinde AKP hükümeti ve medyanın HDP Milletvekili Adayı Barış Sulu’ya yönelik nefret söylemlerini hatırlattı.
Ataş, “Bundan sonraki süreçte erkek egemen anlayışı ve gericiliği hep beraber boşa çıkaracağız. Yalnız değiliz. Bugün bu eşiğe daha fazla yaklaşmış bulunuyoruz” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
‘Bize bir yasa lazım’
Basın açıklamasını İstanbul LGBTİ Derneği temsilcilerinden Ebru Kırancı okudu. Okunan basın açıklamasında Trans bireylere yönelik nefret suçlarında büyük bir artış olduğu ifade edilerek Türk Ceza Kanunu’nda bulunan ‘haksız tahrik’ indirimi yasası teşhir edildi.
Kırancı sözlerine şöyle devam etti: ‘Kamusal alan içinde yaşam içindeki durumu toplum ve devlet tarafından belirlenmektedir. Nefret cinayetlerindeki bu artış devlet politikalarının ve toplumdaki değerler sisteminin bir ürünüdür. Anayasadan ağır tahrik indirimlerinin kaldırılmaması devletin ve AKP hükümetinin trans katliamlara açık çağrısıdır. Bu yüzden ‘Bize bir yasa lazım.’
Erdoğan, iktidarı boyunca katledilen tüm transların birinci dereceden sorumlusudur. İç güvenlik yasası olarak bilinen, kendinden olmayan herkesi cezalandıran yasa en çok transları vuracaktır. Hukuksuzluğu ve katliamı yalnızca translar yaşamıyor. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren IŞİD zulmü, artan kadın cinayetleri, savaşa kurban giden gençler, tecavüz dahi her türden eziyeti yaşayan kadınlar ve çocuklar aynı kıyımın farklı yüzleridir.
Müslüman görünüp İslam devletine lojistik destek sağlayanlar ile nefret kültürüyle topluma karşı savaş yürütenler aynı kişilerdir. Kobanê’yi cehennem yerine çeviren nefret kültürünü yayarak tüm azınlık, kimlik ve ötekileri sistematik olarak katlediyor. Kobanê’de kafa kesenler, İstanbul’da gülleri katlediyor. Kobanê’de kadınları pazarlarda satanlar sokak ortasında gençleri vuruyor. Ancak bu gidişatı değiştirme kararlılığımız gün geçtikçe artıyor. İster marjinal ister sapkın olarak tanımlayın, toplumun tüm renkleri buradayız. Bugün bizlerin ayağındaki zincirler yarın hepimizi tutsak kılacaktır, nefret cinayetlerine, ötekileştirmeye, katledilmeye karşı bize bir yasa lazım. Nefrete inat yaşasın hayat.”
‘DHF’ye yönelik yapılan polis baskını İç Güvenlik Paketi’nin ilk icraatıdır’
Sözde güvenliğin sağlanması adına ortaya atılan İç Güvenlik Yasası’da teşhir edildi. ‘Paketi bizlere güvenlik gerekçesi ile dayatanların 27 Mayıs sabahı Demokratik Haklar Federasyonu’na yönelik gerçekleştirdiği ‘terör operasyonu’ paketin nerelere varacağını açıkça gösteriyor ve bu paketin ilk icraatı olarak karşımızda duruyor. Cinayetler meşrulaşacak, zaten kamusal alana alınmayan transların varlığı yine bu paket aracılığıyla tamamen yok sayılacak’ sözleriyle protesto edilen yasa üzerinden DHF’lilere yönelik düzenlenen polis operasyonu da protesto edildi.
Yürüyüş basın açıklamasının ardından son buldu.
Kaynak:halkingunlugu.net
Üç gündür kayıp olan Cansu Kaya tecavüze uğrayıp boğulmuş ve sonrasında suya atılmış olarak bulundu. Birgün gazetesinin haberi şöyle;
Birgün (18/06/2015)Muğla’nın Ortaca İlçesi’nde, geçen pazar gününden itibaren kayıp olan ve üç gün sonra kanalda cesedi bulunan 18 yaşındaki Cansu Kaya’nın cinsel saldırıya uğradığı ve boğulduktan sonra suya atıldığı belirlendi.
Ortaca’nın Mergenli Mahallesi’nde yaşayan Cansu Kaya, pazar günü, garson olarak çalıştığı Dalyan Mahallesi’ndeki restorandan, mesai bitiminin ardından ayrıldı. Kaya’dan daha sonra haber alınamadı. Dalyan’da kaldığı apart otele gitmeyen Kaya’ya cep telefonundan da ulaşamayan yakınları meraklanıp, aramaya başladı. Jandarma ve polise de kayıp ihbarıyla başvuran yakınlarının endişeli bekleyişi, salı günü son buldu. Cansu Kaya’nın cesedini, arama çalışmalarına katılan ablası Burcu Kaya tarafından Dalyan’ın Çandır Geçişi Mevkii’ndeki su kenarında bulundu. Üzerinde sadece iç çamaşırı bulunan Kaya’nın cesedi otopsi için Muğla Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.
BOĞULDUKTAN SONRA SUYA ATILMIŞ
Otopside Kaya’nın cinsel organında ise zorlama tespit edildiği ayrıca boğulduktan sonra suya atıldığı belirlendi. Olayla ilgili soruşturmayı derinleştiren jandarma; Kaya’nın son olarak görüldüğü erkek arkadaşı U.D.’nin de aralarında bulunduğu 3 kişiyi ifadelerine başvurulmak üzere İlçe Jandarma Karakol Kumutanlığı’na götürüldü.
kaynak:BirGün.net
6. Trans Onur Haftası, İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin İHD’de yaptığı basın açıklaması ile başladı
HABER MERKEZİ (16.06.2015) – 6. Trans Onur Haftası İnsan Haklar Derneği’nde yapılan basın açıklaması ile başladı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği tarafından yapılan açıklama da, ‘Bize bir yasa lazım’ çağrısıyla mücadele haftası başlattıklarını açıklandı.
Bir hafta boyunca devam edecek etkinlik programında İç Güvenlik Paketi’nin LGBTİ’lere etkisinden, trans mültecilerin barınma sorunlarına birçok konu tartışılacak. 19 Haziran saat 19.00’da İsmail Beşikçi Vakfı’nda İç Güvenlik Paketi paneli düzenlenecek.
Haftanın finali ise her yıl binlerce kişinin yürüdüğü Trans Onur Yürüyüşü ile yapılacak.
Basın metninin tamamı ise şu şekilde;
“Basına ve kamuoyuna,
Geçtiğimiz yıllarda trans* bireylere yönelik nefret suçlarında büyük bir artış gözlemlenmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan “haksız tahrik” indirimi zanlılar yakalansalar dahi yeterli cezalandırmanın gerçekleşmesine engel olmaktadır. Bu durum, çoğunlukla yetersiz ve zanlıların yararına olan bir uygulama olarak yorumlanmaktadır.
Cinayet ve yaralamaları cezalandırmamak, suça davettir.
Nefret saldırılarında ve cinayetlerinde eksik ve yanlı yürütülen soruşturmalar trans*ların herkes için geçerli olan haklardan mahrum bırakıldığını göstermektedir. Devlet, trans toplumunun temel yaşam haklarını garanti altına almalıdır.
Türkiye’de Trans*ların kamusal yaşam içindeki durumu toplum ve devlet tarafından belirlenmektedir. Toplumsal önyargı ve trans* ların, özellikle de trans* kadınların, haklarına ulaşamamaları birbiriyle kesişen iki durumdur. Nefret cinayetlerindeki bu artış da devlet politikalarının ve toplumdaki değerler sisteminin bir ürünüdür. Bu suçlar, sadece bireyi değil, bireyin parçası olduğu bütün grubu hedef alır. Soruşturma ve cezalandırmanın yetersizliği Trans* bireylerin en temel insan haklarına dahi ulaşamadıklarını göstermektedir. Devlet en temel insan hakkını, yaşama hakkını sağlmalıdır.
Yeni anayasa yapım sürecinde, eşitliği düzenleyen 10. maddeye ‘cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği’ ibarelerinin eklenmemesi, ağır tahrik indirimlerinin kaldırılmaması devletin, dolayısıyla AKP hükümetinin trans katliamlarına açık çağrısı olarak karşımızda durmaktadır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, her yıl farklı bir temayla gerçekleştirdiğimiz trans* onur haftasını bu yıl ‘ Bize Bir Yasa Lazım!’ teması etrafında dillendirmek trans toplumu açısından önemli bir yerde durmaktadır. Tüm transfobi karşıtı birey ve örgütleri ‘susmak, suça ortak olmaktır’ bilinciyle mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.
Bu haftayı örgütlerken bize desteklerini esirgemeyen,
Asam, Kaos Gl, Pembe Hayat, Mersin 7 Renk, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Sivil Düşün’e,
Ve transfobi karşıtı her türlü faaliyetimiz için yerellerde desteğini hiç bir şekilde esirgemeyen Demokratik Kadın Hareketi, Avrupa Demokratik Kadın Hareketi ve Demokratik Haklar Federasyonu’na teşekkür ederiz.
Polis ve toplum şiddetine karşı ‘bize bir yasa lazım’ !
Nefrete inat, yaşasın hayat!
Travestiyiz, buradayız, alışın gitmiyoruz!”
Frankfurt (15-06-2015) Avrupa Demokratik Kadın Hareketi 8. Kurultayı’nı 13-14 Haziran’da Almanya Frankfurt’ta gerçekleştirdi. “Emperyalist Savaşlar Köleleştirir, Kadının Devrimleri Özgürleştirir.!“ şiarıyla gerçekleştirilen kurultaya, Avrupa’nın bir çok ülkesinden (Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda, Avusturya, İngiltere) katılan delegeler, seçme ve seçilme haklarını kullanarak 8. Merkezi Komisyonunu oluşturdu.
Devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenler için yapılan saygı duruşunun ardından delege tespiti yapıldı ve kurultayı yönetecek divan belirlendi. ADKH 7. Dönem komisyonu adına yapılan açılış konuşmasında “Katledilen Özgecan Aslan, Firdevs Vanlı, kendi tecavüzcüsünü öldüren ve idam edilen İranlı Reyhaneh Cabbari ve daha niceleri..Katledilen kadınların bize anlatmak istedikleri ikinci cins olarak sürekli boyun eğdiğimiz, ve kadınların yaşadıklarının bir kader olmadığını görüp buna karşılık kadının kendi kurtuluşlarını ellerine almanın çağrısıdır.” denilerek kadın mücadelesine katkısı olan, öznesi olan tüm kadınlar selamlandı.
Kadının Devrimi Nedir? Açılış konuşmasının ardından ADKH 8. Kurultayı’nın ilk gününde belirlenen iki konu, atölye çalışması tarzında yapıldı.”Emperyalist Savaşlar ve Kadın” konusuyla birlikte 2. konu “Kadının Devrimi Nedir?” başlıklarıyla tartışıldı.Salonlardan çıkan sonuçlar kurultay salonunda genele açılarak, her iki konu tartışmaya sunuldu.Kadının Devrimi Nedir? başlıklı workshop, atölye çalışmasında; Kadının kurtuluşunun cins perspektifiyle ele alınması, Fransız, Sovyet ve Çin devriminde kadınların mücadelesi öne çıkarken kadın perspektifinin eksik kaldığı, sosyalizmde de cins sorunu çözümünün nihayi sonuç için yeterli olmadığı başlıkları öne çıkarken, tüm uluslara ve ezilen inançlara hak eşitliği sloganı gibi ezilen cinsler arasında da hak eşitliğinin olması zorunluluğu dile getirildi.Tartışmalar içerisinde “Rojava bir kadın devrimi midir?” sorularına Rojava devrimi kadin devrimimidir sorusuna Rojava’da kadınların yoğun bir şekilde katılıp savaştığı milli bir devrim olduğu, bir kadın devrimi olmadığı ve kadınların burda verdiği mücadelenin takdire değer olduğu vurgulandı.Devrim denilirken devrimden ne anlaşıldığı, nasıl bir devrimle kadının kurtuluşunu kendi eline alacağı tartışıldı.Toplumsal ayaklanmalar veya güncel hayatın içindeki değişimler bir devrim olarak adlandırıldığı dile getirildi.”Devrim için mi kadın , kadın için mi devrim?” sorularına kadın için devrim gereklidir, denildi.
Emperyalist Savaşlar Köleleştirir.!
ADKH komisyonu tarafından sunulan üç resim üzerinden fikirler alınarak ve bakış açıları değerlendirildi.Her üç resimde emperyalist savaşların stratejisi, piyonlar, globalleşmeler, din ve militarizm konularının öne çıktığı vurgulanarak emperyalist savaşların ne olduğu, savaşsız bir dünyanın nasıl mümkün olduğu tartışmaları yapıldı.Savaşlar ülkeler arasında işgallerle, topraklarını ve değerlerin talanı ve sömürüsü olurken, işgal edilen toplumların kadınları acısından tecavüz, ölüm ve kaçırılıp satıldıkları insan ticareti anlamına gelmekte olduğu vurgulandı.Tarih boyunca hiç değişmeyen ve özel mülkiyetin – ilk köle, ilk mülk kadın– başlangıcından günümüz emperyalizmine kadar gelen kadın gerçekliğinin varlığını sürdürdüğü anlatıldı.Güncelliği bakımından Rojava’daki IŞİD terörü üzerinde duruldu, Ortadoğu’da gelişen savaşlara karşı, platformlar oluşturulması, enternasyonal mücadele ve dayanışmanın büyütülmesi üzerine çeşitli öneriler sunuldu. Ezidî kadınların kaçırılıp tecavüz edilerek bir meta gibi satılması, ve diğer bir yanda da Ukrayna Donetsk’de 286 kadının tecavüz edilip katledilmesi anlatıldı.Savaşlarda neden önce çocuk ve kadının hedef alındığı tartışıldı.”Kimler savaşı çıkarır ve kimler savaşta ölür?” sorularıyla tartışmalar derinleştirildi.Savaşların -sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz- bir dünyanın inşa edilmesine kadar varlığını sürdüreceği vurgulandı.
Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin 8. Kurultayı’nın ilk günü tartışmalar ve kültürel bölümle sonuçlandırıldı.Kültürel bölümde Fransa Mulhouse bölgesinde çalışmalarını yürüten Piya Müzik Topluluğu’nun ezgileriyle ilk gün sonlandırıldı.
ADKH 8. Kurultayı’nın ikinci gününde faaliyet raporu okunarak tartışmaya sunuldu. Faaliyet raporunun oylanmasının ardından mali rapor ve denetim raporları da okundu.Demokratik Kadın Hareketi’nin gönderdiği mücadele ve dayanışma mesajının okunmasının ardından, ADHK ve ATİK-Yeni Kadın adına konuşmalar gerçekleştirilerek, yeni dönem komisyonuna başarılar dilendi.Kurultaya gönderilen mesajlar ve katılan kurumların konuşmalarının ardından, 13 asıl ve 3 denetim olmak üzere 16 delegenin seçilmesi ve oy birliğiyle kabul edilmesiyle ADKH’nin 8. dönem merkezi komisyonu oluşturuldu. 2 gün boyunca süren kurultayda öneriler ve temenniler bölümüyle kapanış yapılarak, 8. Kurultay başarıyla sonuçlandırıldı.
15-21 Haziran tarihleri arasında yapılacak olan 6. Trans Onur Haftası’nın programı açıklandı. İstanbul LGBTİ Derneği ve Demokratik Kadın Hareketi (DKH)’nin ortak örgütlediği ve HDP Milletvekili Erdal Ataş’ında katılacağı “Bize bir yasa lazım” şiarıyla düzenlenecek olan haftanın programında çeşitli eylem, panel ve etkinlikler yer alıyor
HABER MERKEZİ (10.06.2015)- Bu yıl “Bize bir yasa lazım” şiarıyla 6.sı gerçekleştirilen Trans Onur Haftası ve Yürüyüşü’nün etkinlik programı açıklandı. Trans Onur Haftası ve Yürüyüşünü bu yıl İstanbul LGBTİ Derneği ve Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ortak örgütlüyor. Birçok konuşmacının ve destekçinin yer aldığı programda ‘İç Güvenlik Paketi ve LGBTİ’ paneli başlığı altında HDP-DHF ittifakı milletvekili Erdal Ataş’ta konuşmacı olarak yer alacak.
Düzenlenecek olan Trans Onur Haftası’nın programı şöyle:
“15 Haz. 14:00 – Basın Açıklaması
Yer: İnsan Hakları Derneği
15 Haz. 19:00 – İbneler Dönmelere Karşı
Yer: Taksim Spor Kulubü
16 Haz. 14:00 – Takı Tasarım Atölyesi
Yer: İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
17 Haz. 15:00 – Trans* Piknik
Yer: Maçka Parkı
18 Haz. 19:30 – Trans*But Belgesel Film Gösterimi
Yönetmen: Maria Binder
Yer: Şişli Kent Kültür Merkezi
19 Haz. 22:00 – Külotsuz Parti
Yer: Leyla Teras
19 Haz. 19:00 – İç Güvenlik Paketi ve LGBTİ Paneli
Yer: İsmail Beşikçi Vakfı
İç Güvenlik Paketi olarak bilinen, baskıcı ve insan haklarına aykırı düzenlemeler içeren ve toplumsal muhalefeti cezalandırmak amacı ile hazırlanan yasa nedir?
AKP’nin neden İç Güvenlik Yasası’na ihtiyaç duyduğunu, hukuksal boyutunu, LGBTİ’leri nelerin beklediğini konuşmak üzere bir araya geliyoruz. Gerici-baskıcı politikalara BAŞKALDIRIYORUZ!
Konuşmacılar: Av. Eren Keskin, Erdal Ataş (HDP-DHF İttifakı İstanbul Milletvekili), Mahmut Tanal (CHP İstanbul Milletvekili), Kıvılcım Arat (Moderatör)
20 Haz. 14:00 – Trans* Mülteciler ve Barınma Paneli
Yer: İsmail Beşikçi Vakfı
20 Haz. 16:00 – Trans* Kimlikler ve Ruh Sağlığı Paneli
Yer: İsmail Beşikçi Vakfı
Bu oturum ruh sağlığı profesyonellerine ( Psikiyatrist, Psikolog, Psikolojik Danışman, Sosyal Çalışmacı) ve ilgili alanların öğrencilerine açık. Katılmak isteyenlerin lgbtiruhsagligi@gmail.com adresine maili atması gerekmektedir.
Destekleyenler:
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
Türkiye Psikiyatri Derneği
Moderasyon: Kıvılcım Arat
Konuşmacılar: Dr. Ardıl Bayram Şahin, Dr. Seven Kaptan
21 Haz. 17:00 – Trans* Onur Yürüyüşü
Yer: Taksim (1 Mayıs) Meydanı”
Kaynak:halkingunlugu.net