Yazar Oscar Wilde der ki, “Özgür olmak istiyorsan, uzlaşmamalısın.”
Mesela kelebek doğayla uzlaşmaz, bir günlük yaşamını kırk güne çıkarmak adına uçmaktan, kanatlarından vazgeçmez.
Bizlere, ataerkil sistemle dayatılmak istenen işte bu, ‘UZLAŞMA’dır. Kanatlarını bırak, uçmaktan vazgeç!
Bu sistem bizim rüyalarımızı, düşlerimizi dahi zaptu rapt altına almayı hedeflemiş ve bunda da oldukça başarılı olmuştur.
İşte yine bir 8 Mart kapımızda ve yine eteklerimizde binlerce sorun. Sorunlarımız elbette siyasal, politik, ekonomikler ve çözmek birey hallerimizi aşıyor. Yine de bu sorunlara dair de tabii ki cümlelerimiz olacak, hatta var.
Ama asıl bu 8 Mart’ta yeni bir şey yapmak lazım o da, kendimize ait cümleler de kurmak olsun. Evet, kendimize; kadınlık hallerimize.
Ataerkil sistemin yarattığı tahribatları sadece kitaplardan, gazete köşe yazılarından okumak ve panellerde birilerinin saptamalarından duymak yerine, bir de bizler kendi içimizi-dışımızı kazdığımızda, neler buluyoruz bu sisteme dair, buna bakmalıyız.
Kendimize cesaretle ayna tutunca neler yansıyor bizden sistemin sathına.
En çok hangi hallerimizle uzlaşmışız bu sistemle?
Bizim hangi renklerimizi gri alanlara dönüştürmüş?
Aşık olma hallerimizi mi?, anneliğimizi mi?
En çok hangi mekanlara hapsetmiş bizi: Eve? Mutfağa? İşe?
Hangi duyguları doğal hallerimizmiş gibi içimize sindirtmiş mesela, kıskançlık? Hırs? Başarılı olmak ? Utanmak? Hükmetme?
Ya da hangi kirli düşünceleri normalmiş gibi kabul ettirmiş bizlere: Önyargı? Kime nasıl yaşayacağını söyleme hakkı? Sahiplenme?
Bu ve buna benzer birçok soruyu kendimize soralım ki, birey olarak gerçek özgürlük halimiz bizim nedir bulalım.
8 Mart sadece alanlara çıkmayla değil, kendi özgürlüğümüze dair cümleler kurdurtuyorsa, bir anlam kazanacaktır.
Uzlaştığımız ne varsa, onları tek tek bulup yok etmediğimiz sürece bizler özgür bireyler olamayacak ve özgür bir toplum oluşturamayacağız.
Ama öncelikle bu sistemden bağımsız varoluşumuzu bulmalıyız. Bizlere verilen KADIN rolünü bir kenara bırakıp, kendimize nasıl bir özgürlük hayali kuruyorsak, o hayalden başlayarak yeniden üretmeliyiz kendimizi.
Bu 8 Mart kendimizi dönüştürmenin de başlangıcı olmalı.
Bizler bir kelebek kadar başkaldıran olmazsak, 80 yıllık bir ömrün bir gününü bile kendimize ait yaşayamayacağız. Bir günlük özgürlüğü yaşamayı, 80 yıla tercih edeceğiz ki, dünya farklılıklarımızla renklensin.
Bahar diriliştir; doğanın tüm renklerini, tüm hünerini etrafa saçtığı, yaşama verdiği gücü değeri muştuladığı mevsimdir. Tam da bu nedenle bu bahar, bizlerin kendimizi kendi özgürlüğümüze adayacağımız hayatlarımızın başlangıcı olsun!
Kadın dayanışmasının doğuracağı tüm renkleri bu dünyaya katmanın, dünyayı kendi tuvalimize dönüştürmenin zamanı ve bu şans kapımızda.
Ataerkilliğe artık YIKIL diye bağırmamız gereken zamanlardayız. Kendimiz için, tüm insanlık için, doğa için…
Kanatlarımızdan vazgeçmeyecek, uzlaşmayacağız!
Bizler renk renk, farklı farklı ama bir arada uçacağız ve kanatlarımızdan çıkan rüzgar al aşağı edecek tüm çirkinlikleri.
Ayşegül Karakülhancı
Savaşların, yoksulluğun, sömürünün, farklı coğrafyalara sürülen yaşamların, kadın ve nefret cinayetlerinin sürdüğü ve aynı zamanda da önderleşen kadının savaş mevzilerinde, sokaklarda gericiliğe karşı belirginleşen mücadelelerinin ışığında bir 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü, daha karşılıyoruz.
Emperyalist saldırganlık savaşının Ortadoğu’da yarattığı ortamda, kadim halkların yaşamak durumunda bırakıldıkları katliam ve sürgün, Ezidi kadınların köleleştirilmesi ve yine Türkiye-Kuzey Kürdistan’da AKP hükümetinin faşist saldırganlığı ile çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden katlettiği, cenazelerinin bile defnedilme olanağı tanınmadığı, bir ulusa topyekun saldırının yaşandığı bugünlerde, kazılan hendeklerle yaratılan direniş mevzilerinde direnen Kürtlerin mücadelesini sahipleniyoruz.
Bu süreçte özellikle katledilen kadın devrimcileri öldürme biçimleri, önderleşen kadından ne kadar korktuklarını gösteriyor bize. Sokakta teşhir edilen bedenlerimizdir mücadeleyi büyüten ve çıplaklığımızdır sarı sıcak güneş kadar parlak ve yol gösterici olan.
Her gün yeni bir fetva ile kadına dair hüküm veren AKP ve uşakları kadını hedefe alarak gerici ahlak anlayışlarına dayanan bir algı yaratmaya çalışıyor. Ana okullarına kadar indirilen kuran kurslarında kız çocuklarının özel hedef alınması uzun vadede yapılmak isteneni gözler önüne seriyor. Eril zihniyet kadın bedeni üzerinden tüm halklara karşı bir savaş sürdürüyor. Bu savaş sonucu yaşanan göç ve kadına yansımaları son süreçte gerek Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gerekse de Avrupa’da farklı boyutlarda, insanlığın vicdanının almayacağı koşullarda yaşanıyor. Göç yollarında yitirilen ve Avrupa kapılarında başlayan yeni yaşamların önümüzdeki süreçlerde nasıl bir durum yaratacağını hep birlikte göreceğiz. Şu ana kadar 1 milyonu aşkın insanın Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gelmeleri ve bundan dolayı AB ülkelerinin başında bağırdıkları ‘welcome’ (hoş geldiniz) kültürü bu gün itibariyle ırkçılık hortlatılarak, göçmenlere karşı bir kabusa dönüştürülmüştür.Buna karşı duruş ise bulunduğumuz her cephede örgütlü mücadeleyi büyütmek olacaktır.
Kadına yönelik tüm bu saldırıların en savunmasınız hedeflerinden birini ise LGBTİ’ler özelliklede trans kadınlar oluşturuyor. Katiller ‘ağır tahrik’ ve ‘iyi hal’ indirimleri ile ödüllendirilirken Akp’li bakanların verdiği demeçlerle saldırıların önü açılıyor.
Yaşatılmak istenen dünyadan yaşanılası dünyayı yaratma azmi ve bilinciyle kuşanarak önderleşen kadındır özgür dünyaları yaratacak olan. Bizler bu yılki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde karanlığa mahkum edilmenin dayatıldığı bu günlerde aydınlığa birer meşale olmuş tüm kadınların kararlılığıyla sizleri alanlara çağırıyoruz
Yaşasın Kadınların Örgütlü Mücadelesi!
Jin, Jîyan, Azadî!
Çıplak ve Özgür Olan Bizler, Teşhir Olan Sizlersiniz!
DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ
2016
Çocuk doğurmayı vatani görevle aynılaştıran AKP ideolojisi kadının yerini, statüsünü, kimliğini kendi iktidarlarının bekası için bir kez daha hatırlattı. Vatana hayırlı evlatlar yetiştirmek kadının ömür boyu görevi olarak propaganda edilmesi tam da bu süreçte tesadüf olmasa gerek.
Kadınların “kadınlar iktidara, kadınlar yönetime”, “savunma ve öz yönetim” konularının burjuva iktidara alternatif olarak tartışıldığı bugünlerde “ana-vatan” ilişkisinin kutsallığının ne anlama geldiğini, kapitalist iktidar için evlatlarını kurban veren, evlat acısı yaşayan analar bilir.
Faşist iktidarın halkı taraf olmaya zorladığı ve Kuzey Kürdistan’da yaşananlara karşın söz söyleyen, yazan, her bireyi, gazeteyi, parti ve örgütü sindirerek sessiz seyirci pozisyonuna neredeyse getirdiğini söylemek abartılı olmaz. Yüz yirmi akademisyen barış talebinden dolayı görevlerinden alındı. Üniversiteler de ‘barış’, ‘demokrasi’ kavramlarını kullanmak tehlikeli bir hal aldı. Sanatçı ve aydınlar karanlığı aydınlatmak için cümle kurarlar, halkın söyleyemediğini sanatıyla, kalemiyle söyleyebilme özelliği ve birikimini taşıdıkları için aydınlığı ifade ederler. Bilginin aydınlığı AKP tarafından karartıldı.
Emine Ayna’nın kirli siyasete ortak olmama tavrı ‘dağa mı gidecek’ tartışmalarıyla siyaset ve iktidar alternatiflerini terörize ederek bastırma çabasında… İktidarının ve dolayısıyla kapitalizmin zarar görmemesi için gözünü karartan AKP politik kadınlara tahammülsüzlüğünü de her fırsatta gösteriyor. Son dönemde hedef gözeterek katledilen kadınların sayısı her gün çoğalıyor. Ve yine kadın bedeni üzerinden sınırsız tasarruf hakkını kendinde bulan eril anlayış sonucu, onlarca kadın öldürülüyor. Kadın bedeni direk ve dolaylı olarak erkek pazarına sunulmuş, ilk fırsatta saldırıya uğramaya hazır halde.
İktidar hırsı, talebi olmayan ama her kadın cinayetinde ilk fırsatta sokaklarda durumu protesto eden, duyarlılık ve farkındalık yaratmaya çalışan kadın kurumlarını görüyoruz. Hükümetin iktidarını daim yapma hırsı, hırs yapmayanların hayatını almaya devam ediyor.
Tam da bu noktada sokakta, evde, işte hayatın her alanında emek harcayan ama karşılığını ezilenlerin kurtuluşu için güce dönüştüremeyen kadınlar, kadının dilini, siyasetini, rengini halklar arasında bir köprü olacak gökkuşağına dönüştürmekle yükümlüdür.
Kuzey Kürdistan’da Kürt halkının desteğiyle sürdürülen savaşta sivil halkı öldürmekte tereddüt etmeyen devlete karşı ideolojik, politik ve kültürel olarak Sosyalist Halk Savaşı’nı örgütlemek gerekir. Eril bir kavram olan iktidar tam da bu süreçte kadınlaşmalı ve kadın sosyalist iktidarı hedeflemeli. Yani iktidar el değiştirmeli; ama mülksüzleşerek. Kaybedecek bir şeyi ve iktidar hırsı olmayanlar, politikleşerek özne ve öncü kadın kişiliğini sosyalist bir iktidar için örgütlemeli. Kadına biçilen kimlikleri reddedip, kadının mücadelede kazanacağı kişiliği önderleştirmeli. Çözüm ve yönetim gücünü kendi yaşamında somutlayarak, bilgiyi özümseyerek, yönetilenden çıkıp üreten, yöneten ve paylaşan, insanlığın ve kadının kurtuluş projesine aday olmalıyız. Sokaklar faşizme karşı örülen barikatlarla özgürleşecek. Göğün yarısı kendimiz için siyaset yaptığımızda, kendimiz için üretip yönettiğimizde bizim olacak. “Sen yoksan biz bir eksiğiz”i tamamlamak için çoğalmak zorundayız. Bizim iktidarımız bilgiyle süreklileşecek, bizim iktidarımız, dünyanın çarkını döndüren mülkün mülksüzlüğe dönüştüğü an özgürleşecek. Bu cümlelerin ajitasyondan çıkıp hayat bulması için egolarımızdan arınarak, gücü ezmek üzerine kuran anlayıştan bir an önce sıyrılmak için pratiğe geçmeliyiz. Sosyalist kolektifin yaşam bulması için gerekirse sosyalist kadın akademileri örgütleyerek kadının ve toplumun dönüşüm projelerini üretebilmeliyiz. Yüzyıldır öğretilmiş kadınlık ve erkeklik algısı ancak ve ancak toplumsal algıyı değiştirmekten geçer. Bunun için önce bizim algılarımız değişmeli.
Değiştirebilmek için tek bir silahımız var; bilgi…
Demokratik Kadın Hareketi (DKH), 13-14 Şubat’ta Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiği 3. Kurultay sonuç bildirgesini yayınladı
İSTANBUL (22.02.2016)- DKH ‘Kadın Yönetime Kadın İktidara’ şiarıyla 13-14 Şubat’ta İstanbul’da gerçekleştirdiği 3. Kurultayın sonuç bildirgesini yayınladı. Yayınlanan bildirgeyi okurlarımızla paylaşıyoruz:
“Demokratik Kadın Hareketi olarak “Kadın Yönetime Kadın İktidara” şiarıyla 13-14 Şubat tarihinde Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde 3. Kurultayımızı gerçekleştirmiş bulunmaktayız. AKP iktidarı ile kadına yönelik saldırıların günbegün arttığı, yürütülen savaş konsepti politikaları içerisinde ilk olarak direnen ve militan kadınların hedef alındığı, emeği sermaye çarklarına sıkıştırılan kadınların esnek ve güvencesiz koşullarda çalıştırıldığı, devletin saygın tutum ve iyi hal indirimleriyle kadınların katlinin teşvik edilip meşrulaştırıldığı günümüz coğrafyasında Demokratik Kadın Hareketi olarak kadın mücadelesi cephesinden örgütlemiş olduğumuz 3. Kurultayımız başarıyla sonuçlanmıştır. Gerçekleştirdiğimiz Kurultay fikir öncümüz olan komünist kadın Berna Saygılı Ünsal başta olmak üzere, özelde Kürdistan coğrafyasında çıplak bedenleriyle mücadeleyi büyüten genel de ise devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelesi içerisinde kadının cüretini ve mücadele azmini alanlara taşıyan tüm kadınlara atfedilmiştir.
Demokratik Kadın Hareketi olarak ‘Kadın Yönetime Kadın İktidara’ şiarı ile kadınların başta mücadele alanları olmak üzere yaşamın her alanında öncüleşme, önderleşme ve özgürleşme mücadelesini önemli bir adım olarak değerlendiriyor ve bir bütün kadın mücadelesi cephesinde önderleşme iddiamızı ve ısrarımızı 3. Kurultayımızla birlikte daha da güçlü vurguluyoruz.
İki gün süren Kurultay programımızda ilk günü DKH program tartışmalarına ayırırken, ikinci gün de ise “Güncel-Siyasal Gelişmeler”, “Medya ve Eril Dil” ve “Seks İşçiliği” olmak üzere üç ana başlıkta sunumlar gerçekleştirdik. Demokratik Kadın Hareketi Kurultay tartışmalarımız içerisinde tartışıp sonuca bağladığımız başlıca konularımız şöyle;
*Demokratik Kadın Hareketi’nin politik mücadele örgütü olduğu vurgusu yapıldı ve politik duruşunun ana ekseni sosyalizm olarak programlaştırıldı. Bununla birlikte eril zihniyete kaynaklık eden tüm toplumsal sistemlere karşı mücadelenin esas alındığı vurgulandı.
*Özel mülkiyet dünyasının yarattığı yoksulluk, işsizlik, hak ihlalleri vb. tüm sonuçlara karşı tavır alan; işçi ve emekçilerin, ezilen halk ve ulusların yanında saf tutan ve kendisini bu doğrultuda yürütülen toplumsal kurtuluş mücadelesinin öznesi olarak gören bir hareket olduğu ve kadınların ulusal kimliğinden ötürü baskı altına alınmasına karşı çıkarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz-şartsız kabul ettiği, bu hakkın çiğnenmesi durumunda her türlü ilhak ve işgale karşı çıkılacağı ifade edildi.
*Eril zihniyetin yaşam bulduğu tüm toplumsal koşullarda kadının kimliği üzerinden cezalandırıldığı, devletten, yargıdan, eğitim ve sağlık sisteminden tutalım da bir bütün olarak sistemi oluşturan tüm kurumların eril olduğu bir düzende kota ve pozitif ayrımcılığı uygulanması gereken bir yöntem olarak tartışıp, bu doğrultuda mücadele ettiği bütün alanlarda kadına yönelik kota ve pozitif ayrımcılık uygulamasını esas alacağını ve bunun pratikte hayat bulması için tüm koşulların zorlayacağı karar altına aldı.
*Demokratik Kadın Hareketi, programı çerçevesinde mücadele yürüttüğü bütün alanlarda kadın iradesini esas alan uygulamaların hayata geçirilmesi gerektiğini ve bu iradeyi bir biçimi ile yok sayan bütün erkek egemen anlayışlara karşı mücadelenin esas olduğunu belirtti.
*Homofobi ve transfobi üzerinden gerçekleştirilen tartışmalar sonrası LGBTİ’lerin hem toplumsal yaşamdan hem de politik alandan uzaklaştırıldığı ifade edilerek tüm örgütlülüklerinde LGBTİ’lere direk temsiliyet hakkının tanındığı programlaştırıldı.
*Zorunlu olarak seks işçiliği yapan kadınlara yeni meslek alanları açılmasını talep ederek; zorunlu seks işçiliğinin koşullarının ortadan kalkması ve bunun yanında seks işçiliğini bir işçilik biçimi olarak görerek alanda çalışanların sendikal taleplerinin destekleneceği ifade edildi.
* Erkek ve erkek devlet şiddetine karşı kadınların ve tüm ezilenlerin özsavunma geliştirmesini bir hak olarak görüp, bu hakkı koşulsuz-şartsız desteklediğini ve pratikleştireceğini tartışmalar sonucunda karara bağladı.
Program tartışmalarının yanı sıra Demokratik Kadın Hareketi olarak oluşturduğumuz dönemsel planlamamız ise şöyle:
*8 Mart’ta kadın örgütlülüğümüzün bulunduğu her alanda kadının rengini alanlara taşımak,
*Kürdistan’da yürütülen katliam ve imha politikalarına karşı kadın cephesinden eylemlilikler örgütlemek,
*Kadınların öz mücadelelerini yürütebileceği merkezi kadın meclisleri oluşturmak,
*Kadın bültenini tekrardan hayata geçirerek kadınların mücadele pratiklerine ve genel-güncel siyasete dair politikalar üretip geniş kitlelere ulaştırmak dönemsel planlamalar olarak deklare edildi.
Demokratik Kadın Hareketi olarak 3. Kurultayımızdan ve örgütlülüğümüzden aldığımız perspektif ve güçle; susmayacağımızı, yılmayacağımızı ve mücadeleden asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha haykırıyoruz. Bizler, özgür ve eşit dünya mücadelemizi bulunduğumuz her alanda sürdüreceğiz. Tüm kadınlara çağrımızdır; gelin birlikte omuzlayalım yüzyıllardır süren kavgamızı!
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz
Kadın Yönetime Kadın İktidara
Jin, Jîyan, Azadî
Yaşasın Kadın Dayanışması
Demokratik Kadın Hareketi
Muş ve Cizre’de katlettikleri kadınların çıplak bedenlerini sosyal medyada”teşhir” eden zihniyet bu kez Sur’da kendini gösterdi. Dün Sur’a yönelik saldırılarda öldürülen Cahide Öztürk’ün çıplak bedeni JİTEM’e ait sosyal medya hesabında yayınlanarak “teşhir” edildi.
HABER MERKEZİ (21.02.2016) – Amed’in Sur ilçesindeki abluka 82’inci gününe girerken, dünkü saldırılarda katledilen biri kadın 2 kişinin çıplak bedeni JİTEM adlı Twitter hesabında yayınlayarak “teşhir” edildi. Katledilen kadının baş ucuna konulan kimlik de ise 1995 Nusaybin doğumlu Cahide Öztürk olduğu yazılıyor.
Daha önce Muş Varto ve Cizre’de ortaya çıkan teşhir zihniyeti bu kez ise kendisini Sur’da gösterdi.
Muş’un Varto ilçesinde çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren YJA Star gerillası Kevser Eltürk’ün (Ekin Wan) çıplak bedeni sosyal medyada “teşhir” edilmişti. Geçtiğimiz günlerde de soykırım saldırılarının sürdüğü Cizre’de katledilen bir kadının çıplak bedeni aynı zihniyet tarafından “teşhir” edilmişti.
DİHA
Altı erkek kardeşimi annemin gözleri önünde öldürdüler. Ardından annemi başka bir yere götürüp onu da katlettiler. Ben zaten babasız büyümüştüm ve yetimdim; dünyada sahip olduğum tek kişi annemdi. Beni Musul’a götürüp orada sattıklarında, işte o anda annemi ve kardeşlerimi unuttum. Çünkü orada kadınlara yaptıkları, ölümden çok daha ağırdı.
Reportaj:Suna Alan
Nadia Murad… 21 yaşındaki Nadia, Şengal’de DAİŞ tarafından kaçırılan Ezidi Kürt kadınlarından biriydi. Telafuzu zor işkencelere maruz kaldı. Bir süre sonraysa çetelerin elinden kurtulmayı başardı ve ardından Avrupa’ya geldi.
DAİŞ tarafından tüm ailesi katledilen Nadia Murad’ı, geçtiğimiz Aralık ayında Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi toplantısında yaptığı konuşmadan hatırlayacaksınız. O konuşma, DAİŞ zorbalığının, Ezidi kadınların dünyanın gözleri önünde uğradığı zulmün en çıplak ifadelerinden biri olmuştu.
İngiliz parlamenterler ve insan hakları kuruluşları ile gerçekleştirdiği bir dizi görüşme kapsamında İngiltere’de bulunan Nadia Murad, gazetemizin sorularını yanıtladı.
DAİŞ tarafından köle olarak kaçırılması ardından altı erkek kardeşi ve annesinin katledilmesini unuttuğunu söyleyen Murad, “Çünkü” diyor, “orada kadınlara yaptıkları, ölümden çok daha ağırdı.”
Büyük bölümü özgürleştirilen Şengal’e dönmenin Êzîdîler için mümkün olup olmadığı sorusuna ise, hükümete güvenlerinin kalmadığını, benzeri bir soykırımı yeniden yaşamayı ise artık halk olarak kaldıramayacaklarını söyleyerek yanıt veriyor.
Irak Hükümeti tarafından cesareti dolayısıyla Nobel Barış Ödülü’ne önerilen Murad, “Beni Nobel’e aday göstermeden önce DAİŞ’in elindeki kadınları ve kız çocuklarını özgürleştirsinler” diyor.
En çok da çağrı yapıyor, genç kadın; herkesin DAİŞ’in elindeki kadınların özgürleştirilmesi ve kaçabilen kadınlara kamplarda destek olunması konusunda rol üstlenmesi gerektiğini söylüyor.
Evet, belki gündemleşiyor; bazen yoğun bir duygusallık da sarıyor etrafı; ama Murad’ın söylediğine göre, BM Güvenlik Konseyi’ndeki o konuşmadan bu yana hiçbir kadın kurtarılmadı ve talep edilen hiçbir şey gerçekleştirilmedi. Hala bekliyorlar…
Mart ayında BM’nin “kadın” konulu toplantısına da katılacak olan Murad, aynı konuda Avrupa’daki Kürt kadın örgütlerini de eleştiriyor, herhangi bir destek girişiminde bulunmadıklarını söylüyor.
Sorularımız ve Murad’ın yanıtları şöyle:
Senin yaşadıklarına benzer durumları yaşayan çok sayıda genç kadın var. Ancak sen mücadele etmeyi ve konuşmayı tercih ettin. Bu nasıl gelişti?
Şöyle başlayayım: Ben DAİŞ’in elinden kurtulduktan sonra Zaxo’daki Qazya Kampı’na geldim. Kadın ve kız çocuklarının ticareti, satılıp satın alınmalarına ilişkin ilk kez burada konuşmaya başladım. Bir ya da iki gazeteciyle konuşmanın ötesinde hiç kimse sorunlarımızı gidip dışarıda anlatmadı. Ne Irak hükümeti ne de Kürt hükümeti, rehabilitasyon, tedavi ve daha sağlıklı koşullar için ya da yurtdışına gitmemiz için hiçbir çabada bulunmadı. Benim pasaport ya da benzeri dokümanlarım yoktu, yurtdışına çıkmak için. Almanya benim durumumda olan bin genç kadını ülkesine kabul etti.
Geçen sene Eylül ayında buraya vardım. Devamında Yazda Vakfı’na üye oldum. Güvenlik Konseyi bu vakıfa ulaşarak DAİŞ‘in elinden kurtulmuş genç kadınlardan birini ağırlamak istediklerini belirtti. Vakıf, yaşadıklarımı orada paylaşmaya hazır olup olmadığımı sordu ve ben “evet” dedim.
Konuştuğumda sadece kendim, ailem ya da kendi toplumum adına konuşmadım. Savaş bölgesinde bulunan her kadın, her çocuk adına konuştum, konuşuyorum. Kampanya yürüttüğümden bu yana iki ay geçti ve sadece Êzîdîler değil, yerinden edilen herkes verilen mesajlardan dolayı memnundu. Taleplerime henüz herhangi bir yanıt almamış olsam da insanlar benim bu sorunları dile getirmemden memnundu.
Yaklaşık 5 bin 800 Êzîdî çocuk ve kadın, sözde İslam Devleti tarafından kaçırıldı. DAİŞ, Irak ve Suriye’de çok sayıda insanı öldürdü ve milyonlarca insanı yerinden yurdundan etti. Biz Êzîdîlere saldırdıklarında ise erkekleri katlettiler, kadın ve çocukları kaçırdılar. Onları Suriye ve Irak’ta bulunan kamp ve merkezlerinde tuttular. Tüm bu katliamlarını, tecavüz etmeleri, insanları zorla yerinden etme gibi bütün suçlarını, İslam dini adına yapıyorlardı.
Yönetime güvenmiyoruz
Kamplarda bulunduğunuz süreçte Irak hükümeti ya da Güney Kürdistan hükümetinin tedavi ve desteğini aldınız mı?
Aylarca Güney Kürdistan’da kampta kaldım ve DAİŞ’ten kaçan binlerce genç kadınla karşılaştım. Gerçek şu ki, bize neler olduğu, maruz kaldığımız zorluklar, satılıp satın alınmalar ve bize yaptıkları tüm o kirli şeyler ışığında, kimilerinin bizler için köklü bir şeyler yapmış olması gerekirdi. Bunun aksine kurtulabilenler ya da yakın zamanda kaçabilenler, bir çadır dahi edinemedi. Herkes için halihazırda ne bulunabiliyorsa, onun dışında yetkililer tarafından hiçbir şey yapılmadı. Hiçbir samimi yardım hayata geçirilmedi. Ne Irak hükümeti, ne de Kürdistan Yönetimi… Hiç kimse DAİŞ‘in elinden kaçan kadınlara destek olmadı.
Yetim kalan bu kadınların her türlü yardıma ihtiyacı var. DAİŞ’in elinden kurtulup kampa yerleştikten sonra üstümüze giyecek bir giysi dahi getirecek birilerine ihtiyacımız vardı.
Şengal’in bir kısmı özgürleştirildi. Buna rağmen Êzîdîler için geri dönmek mümkün müdür?
Bir buçuk yıl geçti ve Êzîdîlere yönelik soykırım hala devam ediyor. Her gün ölüyoruz. Tüm yaşamım boyunca unutmayacağım: Altı erkek kardeşimi annemin gözleri önünde öldürdüler. Ardından annemi başka bir yere götürüp onu da katlettiler. Ben zaten babasız büyümüştüm ve yetimdim; dünyada sahip olduğum tek kişi annemdi. Beni Musul’a götürüp orada sattıklarında, işte o anda annemi ve kardeşlerimi unuttum. Çünkü orada kadınlara yaptıkları, ölümden çok daha ağırdı. Düşünün ki, şu ana kadar bir buçuk yıldan fazla kadın ve en küçüğü 9 yaşından küçük olan kız çocukları kiralanıyor ve satılıyor. Düşünün, normal ve sakin bir yaşam sürdüren insanlar için böylesi bir şeyin ne kadar ağır olduğunu…
Biliyorum, bunları yaşamadınız, fakat ben gördüm ve yaşadım. Birçok kişi benim hikayemin çok zor olduğunu düşünebilir fakat hikayesi benimkinden daha kötü olan çok sayıda genç kadın var. Benim altı erkek kardeşimi katlettiler fakat on kardeşi katledilen kişiler var. Şu anda yaklaşık 3100 kadın ve çocuk DAİŞ‘in elinde. Bizim tek istediğimiz kadınlarımızın özgürleştirilmesidir.
Şengal’in geri alındığı doğrudur, ancak yüzde 40’lık bir bölümü hala DAİŞ’in elinde. Şu ana kadar 27’den fazla toplu mezar ortaya çıktı. Oraya geri dönmemiz mümkün değil. Bu sadece evlerin yerle bir edilmesinden değil; çünkü biz güvenimizi kaybettik. Başımıza gelenlerin yeniden yaşanıp yaşanmayacağından emin değiliz.
Biz hükümete güvenimizi kaybettik. Uluslararası koruma olmadığı müddetçe yurdumuza dönemeyiz. Geçmişte, yüzyıllar öncesinde de Êzîdîler yine soykırıma maruz kalmıştı, bunu daha fazla kaldıramayız.
Bizim, bu savaştan zarar gören Êzîdîlerin ve tüm toplulukların istediği, insanlığın DAİŞ ile yüzleşerek bunun karşısında birleşmesidir. DAİŞ, bölgedeki tüm topluluklar için bir tehlikedir. Sadece Irak ya da Suriye değil, DAİŞ üyeleri birçok ülkeden katılıyor. Ben hepinizden elinizden ne geliyorsa yapmanızı ve bu suçlara karşı birleşmenizi talep ediyorum. Bu savaştan etkilenen insanlara, herkesin en asgari düzeyde olsa bile yardım etmesi çağrısında bulunuyorum.
Şimdiye kadar bir şey yapmadılar
BM Güvenlik Konseyi toplantısı sonrasındaki gelişmelerden bahseder misin? Taleplere ne oldu? Somut adımlar atıldı mı?
Güvenlik Konseyi’nde yaptığım konuşmada ifade ettiklerimin hiçbiri sır değildi, herkesin bildiği şeylerdi. Sonrasında ABD Sekreteri John Kerry ve Michigan Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Araştırma Enstitüsü Bilim Tarihi ve Uluslararası İlişkiler Departmanı’nda bilim insanı olan Susan Wright ile tanıştım. Onlara yardım etmeleri için ricada bulundum. Ellerinden gelen her şeyi yapacakları ve yardım edecekleri konusunda bana söz verdiler. Ancak şimdiye kadar hiçbir şey yapmadılar. Hala onların yardımlarını ve talebimize yanıtlarını bekliyoruz.
Şimdiye kadar kampanya çerçevesinde Mısır, Yunanistan, Kuveyt, Norveç, ABD ve şu anda da Britanya’da katıldığım toplantılarda ilk talep ettiğim şey köle olarak tutulan tüm kadın ve çocukların özgürleştirilmesidir. Diğer bir şey de toplu mezarların göz önünde bulundurularak soykırımın tanınması… Sadece Êzîdîlerin ya da sadece Müslümanların değil, her kesimden herkesin, her köşe bucakta ayağa kalkıp bu sorunla mücadele etmesi gerektiğini ifade ettim. Bu hepimize yönelik bir saldırıdır. Çok sayıda insanın yaşamına mal olan bir sorundur. Kadın ve kız çocuklarını kaybeden Êzîdî toplumu için durumun çok ağır olduğu gerçektir. Ancak birçok farklı topluluktan kişi, yaşamlarını ve yurtlarını yitirdi. Hepimiz için, onlara da söylediğim gibi, nihai hedef kadın ve kız çocuklarının kurtarılmasıdır. Savaş bölgesindeki durumun iyileştirilmesi için yardımdır. Yine gençlerin DAİŞ ve onun fikirlerinden etkilenmesini önlemeliyiz.
DAİŞ’in elinde bulunan kadınlar içinse… Beni kurtaran aile gibi onlara Irak ve Suriye’de yardım edebilecek çok sayıda aile var. Müslümanlara, kendi Müslüman topluluklarını arayarak bu kadınlara yardım etmelerini söylemelerini ve onları kurtarmalarını rica ettim. Öte yandan bu kadın ve çocukların yaşamını kurtarmak için kendi yaşamlarını riske atmaya, para karşılığında onları kurtarmaya hazır kişiler de var. Ancak bizim ailelerimiz onların istedikleri fiyatları verebilecek maddi imkanlara sahip değil. Çok sayıda aile, geçimlerini sağlayan aile üyelerini kaybetti. Kızlarımızı ellerinden almak için onlara verebilecek parayı sağlayacak kimsemiz yok. Bu nedenle maddi olarak Êzîdîlere her kim yapabiliyorsa destekte bulunsun diye talepte bulunduk. Sadece kamplarda yaşayan Êzîdîler değil, tüm Êzîdîler için.. Gıda ve temel gereksinimlere ihtiyaçları var, çok zor durumdalar.
Avrupa’daki Kürt kadın örgütlenmelerinden herhangi biri sana ulaşıp yardım etme talebinde bulundu mu?
Hayır, hiçbiri ulaşmadı.
Herkesin yardımını talep ediyorum
Gazetemiz aracılığıyla vermek istediğin bir mesaj var mı?
Daha önce söylediklerimin tekrarı olacak ancak Kürt, Müslüman, Hristiyan ya da başka kökenden, her ne olursa olsun herkesin, her insanın yardımına ihtiyacımız var. Bize yardım edebilecek her kim olursa olsun… Gelin, birbirimize yardım edelim. Gelin, bu barbarlıkla birlikte yüzleşelim. Bir buçuk yıl geçti ve halkımız hala çaresiz, aç ve bu vahşetin ortasında… Bu ülkelere geldik ve yapabilecekleri her türlü yardımı herkesten talep ediyoruz. Kadın ya da erkek, her ne olursa olsun, herkesin desteğini ve yardımını talep ediyorum.
Nobel’i boşverin, Êzîdî kadınları kurtarın!
Irak hükümeti sizi Nobel Barış Ödülü’ne önerdi…
Beni Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermeden önce DAİŞ’in elindeki kadın ve çocukları özgürleştirsinler.
Bin genç kadını kabul eden Almanya’ya geldiğimizde onlar bizi tedavi etti. Bize baktılar, konaklayabileceğimiz iyi yerlere yerleştirdiler ve aylık ödenek yardımında bulundular. Bize gerçekten yardım ettiler. Çaresiz kaldığımız ve çok acılar çektiğimiz bir süreçte bize sahip çıkacak, bu tür yardımlarda bulunacak insanlara ihtiyacımız var. Çünkü bir çoğumuz erkek kardeşlerini, babasını, annesini ya da yakınlarını kaybetti. O nedenle onlar için her ne yapabiliyorsanız yapmanızı talep ediyorum.
O KONUŞMA: Yalvarıyorum DAİŞ’i yok edin
Nadia Murad, Aralık ayında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde başından geçenleri detaylarıyla anlatmış ve şunları söylemişti:
“Tecavüz, kadın ve kızların bir daha normal hayat sürememesini sağlamak için bir silah olarak kullanıldı. DAİŞ, Ezidi kadınları satışı yapılabilen ete çevirdi. (Beni köyümden kaçırıp Musul’daki bir eve götürdüler. Birkaç hafta sonra giyinmemi ve makyaj yapmamı istediler. O gece o adam bana tecavüz etti. İşkence etti.) Beni muhafızlarla bir odaya kapadı. Bayılana kadar suçlarını işlemeye devam ettiler. Yalvarıyorum size, DAİŞ’i tamamen yok edin.”
Kaynak: www.telgraf.co.uk
Demokratik Kadın Hareketi ‘’Kadın yönetime kadın iktidara’’ şiarıyla örgütlediği 3. Kadın kurultayını devrim ve sosyalizm mücadelesinde öncüleşen ve önderleşen kadınlara atfen kadının iradesini kuşanarak sonlandırdı
İSTANBUL (15.02.2016) – Demokratik Kadın Hareketi ‘’Kadın yönetime kadın iktidara’’ şiarı ile örgütlemiş olduğu 3. Kadın kurultayını iki günlük program ile sonlandırdı.
13 Şubat Cumartesi günü;
Demokratik Kadın Hareketi iradesi ile açılan kurultay devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenler anısına saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşunun ardından Demokratik Kadın Hareketi adına yapılan açılış konuşmasında ”Demokratik Kadın Hareketi özel mülkiyet ile başlayan kadına yönelik her türden cinsel saldırı, baskı ve şiddete; kadınların ulusal ve sınıfsal kimliği gereği yaşadığı ayrımcılığa karşı kadınların ortak özgün mücadelesidir. Bizler Demokratik Kadın Hareketi olarak kadın katliamlarına, LGBTİ katliamlarına, yaşanan haksız savaşlara karşı kadının rengini alanlara taşımak adına yeni programımız ile mücadele yaşamımıza devam etmekteyiz. Bu bağlamda ele aldığımız 3. Kurultayımızda ”Kadın yönetime kadın iktidara” şiarı ile kadının rengini, bilincini alanlara taşımanın cüreti ile hepinizi selamlıyoruz” ifadelerine yer verildi.
DKH tarafından yapılan açılış konuşmasının ardından kurultay diğer komisyonlar tarafından selamlandı. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin selamlarının yer aldığı kurultayda devrimci kadın tutsaklar Evrim Konak ve Aysel Koç’un mektubu da okundu.
Kurultay selamlamalarının ardından Demokratik Kadın Hareketi’nin kadının bilincini, rengini, iradesini taşımak iddiası ile oluşturmuş olduğu yeni programı salona açılarak program üzerinden tartışmalar yürütüldü. İlk olarak Demokratik Kadın Hareketi’nin perspektifi, misyonu üzerine tartışmalar yürütüldü. Ardından kadın mücadelesi noktasında kadın temsiliyetlerinin önemi vurgulanarak kadın kotası uygulamasına vurgu yapıldı. Bunun yanı sıra feminizm, ekoloji, eğitim sistemi ve kadın, medya ve cinsiyetçi dil üzerine tartışmalar yürütüldü. Tartışmalarının olgunlaşması ile beraber DKH’nin talepleri, çalışma tarzı ve eylem birliktelikleri üzerine açıklamalarda bulunuldu ve fikir alışverişleri yapıldı. Yürütülen tartışmalar sonucu Demokratik Kadın Hareketi 3. Kurultayın ilk gününü sonlandırdı.
14 Şubat Pazar günü;
Demokratik Kadın Hareketi’nin selamlamasının ardından devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına saygı duruşunun ardından Demokratik Kadın Hareketi 3. Kurultayı başladı.
Saygı duruşunun ardından Demokratik Kadın Hareketi tarafından sunumlar gerçekleştirildi. Demokratik Kadın Hareketi Sözcüsü Dilşad Canbaz sunumunda Türkiye Kuzey Kürdistan’daki genel süreci ve bu süreç ile beraber gerçekleştirilen kadın katliamlarına, bedeni üzerinden onursuzlaştırılmaya çalışılan devrimci kadınlara değinerek “Nefret ve ayrımcı bir dille siyaset yaparak hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da kadınlara yönelik bir savaş gerçekleştirilmektedir ve bu savaş kadınlar şahsında bütün halklara yönelik gerçekleştiriliyor. Kadınlar ve halklar olarak mücadeleyi büyütme çağrısı yapıyor ve çözümün örgütlü mücadeleden geçtiğini biliyoruz. Bütün kadınlar olarak çıplak bedenlerimizle örgütlü mücadeleyi büyütelim” ifadelerine yer verdi.
Ardından Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nden Duygu Kıt ‘’Medya ve Eril Dil’’ üzerine sunum gerçekleştirdi. Yapılan sunumda kadın mücadelesi üzerine açıklamalarda bulunulurken yaşamın bulunduğu her alana nüfuz eden eril dil ve bu dilin aşılması üzerine açıklamalarda bulunuldu. Sunumda ‘’ Medyada ve toplumda kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran eril dili her alanda kapsamlı bir şekilde tartışmak gerekmektedir. Erilliği sınırlamamak kadın mücadelesinin buz kırıcı bir yöntemidir. Devlet bulunduğumuz her alanda erilliği kurma üzerine çalışmakta ve kadınlar uzun yıllardır buna karşı mücadele etmektedir. Haberler suçun unsurları ile donatılarak meşrulaştırılıyor. Devletlerin bu noktadaki konumu da üzerine giydiği gömlekler de kanlı” ifadelerine yer verildi.
Medya ve Eril Dil üzerine yapılan sunumun ardından Demokratik Kadın Hareketi Sözcülerinden Kıvılcım Arat da seks işçiliği üzerine sunum gerçekleştirdi. Kıvılcım Arat ise, seks işçisi kadınlara dönük yoğun bir şiddet politikasının olduğunu ve bu şiddetin giderek arttığını dile getirerek şunları belirtti: “Seks işçiliğine karşı hem dini hem sosyalist feminist felsefede yanlış bir yaklaşım var. Dini yaklaşımda kadını sadece bir erkeğe ait görmek ve meta olarak görme durumu var. Sosyalist feministler ise seks işçiliğini insan ticareti olarak değerlendiriyor. Sosyalistler ise bunun bir işçilik olmadığını iddia ediyor. Aslında kimse genel ahlaktan azade yaşamıyor. Bunun en belirgin özelliği ise erkek egemen zihniyetin bu kadar yaygın olması. Ve bununla birlikte seks işçiliği görmezden geliniyor. Bu durum da alanda çalışan kadını illegal alana itiyor ve kadınların illegal alana itilmesi ile birlikte taciz tecavüz olayları artıyor. Bulaşıcı cinsel hastalıkların yayılması artıyor. Yine devletin el altından para toplaması sağlanmış oluyor. Kimse kadınların ne istediğine ne hissettiğine önem vermemekte.’’ İfadelerine yer verdi
Yapılan sunumların ardından Halkın Günlüğü Gazetesi, DEDEF, İstanbul LGBTİ Derneği, Yeni Demokrat Kadın; Demokratik Kadın Hareketi 3. Kurultayını selamladı.
Yapılan sunumların ve selamların ardından kadın mücadelesine ve kurultaya dair fikir alışverişi yapmak, tartışmalar yürütmek adına serbest kürsü oluşturuldu. Serbest kürsüde yerini alan kadınlar kadın mücadelesinin önemine değinerek Demokratik Kadın Hareketi’nin bu mücadele içerisindeki önemini vurgulamakla beraber kadın kurultayını selamladı.
Serbest Kürsünün ardından Demokratik Kadın Hareketi’nin önümüzdeki süreçteki planlamalarına dair bilgilendirmeler yapıldı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün yaklaşmasına bağlı olarak 8 Mart’ta kadınların iradesini alanlara taşıma çağrısı yapıldı. Kürdistan’da halklara dayatılmış olan gerici savaş, imha ve inkar politikalarına karşı Kadınların özgün mücadele aracı olan DKH’nin Kürdistan’a dair eylem etkinlikler öreceği açıklandı. Demokratik Kadın Hareketi’nin önümüzdeki süreç içerisinde önüne koyduğu programlardan olan kadın bülteni ve kadın meclislerine de vurgu yapıldı.
Demokratik Kadın Hareketi kadının öncüleşme ve önderleşme mücadelesinde ‘’Kadın yönetime kadın iktidara’’ şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kurultayını kadının bilincini ve rengini alanlara taşımanın önemi vurgu yaparken tüm kadınlara örgütlü mücadeleden yana çağrı yaptı.
Demokratik Kadın Hareketi’nin 3. kurultayı Grup Alamor Müzik Atölyesinin ezgilerinin eşlik ettiği halaylar ve zılgıtlar ile sonlandırıldı.
Kurultaya JİNHA, YDK ve KÖZ’de katılım sağladı.
İSTANBUL- DKH tarafından düzenlenen kurultayda konuşan DKH Sözcüsü Dilşat Canbaz, “Nefret ve ayrımcı bir dille siyaset yaparak hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da kadınlara yönelik bir savaş gerçekleştirilmektedir. Çözümün örgütlü mücadeleden geçtiğini biliyoruz. Bütün kadınlar olarak çıplak bedenlerimizle örgütlü mücadeleyi büyütelim” dedi.
İstanbul Demokratik Kadın Hareketi (DKH), “Kendi Savaşımın Savaşçıyım, Benim Emeğim Benim Bedenim” şiarıyla, 3. Kurultayını gerçekleştirdi. Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde düzenlenen kurultaya, Avrupa ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinden birçok kadın örgütü katıldı. Kurultayın yapıldığı salona, “Kadın yönetime kadın iktidara”, “Kadınım kendi savaşımın savaşçısıyım” pankartları ve “Jin jiyan azadi”, “Erkek devlet şiddetine karşı özsavunma”, “Yaşasın direnen savaşan baş eğmeyen özgür kadınlar”, “Gezi’deki barikat Kürdistan’daki hendektir” yazılı dövizler asıldı. Ayrıca Yeliz Eray, Şirin Öter, Arîn Mîrxan ile demokrasi mücadelesinde yaşamını yitiren kadınların posterleri asıldı. Kurultay demokrasi ve özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren kadınlar anısına gerçekleştirilen saygı duruşu ile başlandı. Saygı duruşu ardından kadınlar hazırlamış oldukları sunumları aktardı.
‘İktidarın katliamları örtme pratiklerine yabancı değiliz
DKH Sözcüsü Dilşat Canbaz, Kürdistan’ın içerisinde olduğu zor süreçte kadın örgütlenmesi yaptıklarına dikkat çekerek, “Kadın üzerinden gerçekleştirilen şiddet ve katliamlar bizi her gün daha da zorlayan bir hal aldı. İçerisinde bulunduğumuz bu sürece karşı kadın iradesiyle karşı çıkmalıyız” dedi. Cizre’de sıkıyönetimin 62. günü olduğunu ve Cizre’de 62 gündür halklara yönelik katliam yaşatıldığını ifade eden Dilşat, “2 gün öne iktidar tarafından bir gerçeklik açıklandı. ‘Operasyon bitti’ diyerek vahşice katledilenler gizlenmeye çalışıldığı. Biz katliamların ve katliamları örtme pratiklerinin yabancısı değiliz” şeklinde konuştu.
‘Çözüm örgütlü mücadeleden geçiyor’
Siyasal iktidarın tekçi faşizan anlayışını her yerde sürdürmekte olduğuna dikkat çeken Dilşat, “Nefret ve ayrımcı bir dille siyaset yaparak hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da kadınlara yönelik bir savaş gerçekleştirilmektedir ve bu savaş kadınlar şahsında bütün halklara yönelik gerçekleştiriliyor. Kadınlar ve halklar olarak mücadeleyi büyütme çağrısı yapmak istiyoruz. Çözümün örgütlü mücadeleden geçtiğini biliyoruz. Bütün kadınlar olarak çıplak bedenlerimizle örgütlü mücadeleyi büyütelim” diye belirtti.
‘Devletin üzerinde giydiği gömlekler kanlı’
Medyada ve toplumda kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran eril dile ilişkin sunum yapan DKH üyesi Duygu Kıt, eril dili her alanda kapsamlı bir şekilde tartışmak gerektiğini belirtti. Erilliği sınırlamamak kadın mücadelesinin buz kırıcı bir yöntem olduğunu dile getiren Duygu, “Devlet bulunduğumuz her alanda erilliği kurma üzerine çalışıyor. Kadınlar uzun yıllardır buna karşı mücadele ediyor. Haberler suçun unsurları ile donatılarak meşrulaştırılıyor. Devletlerin bu noktadaki konumu üzerine giydiği gömlekler de kanlı” ifadelerinde bulundu.
‘Seks işçilerinin ne hissettiğine önem verilmiyor’
DKH İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Sözcüsü Kıvılcım Arat ise, seks işçisi kadınlara dönük yoğun bir şiddet politikasının olduğunu ve bu şiddetin giderek arttığını dile getirerek şunları belirtti: “Seks işçiliğine karşı hem dini hem sosyalist feminist felsefede yanlış bir yaklaşım var. Dini yaklaşımda kadını sadece bir erkeğe ait görmek ve meta olarak görme durumu var. Sosyalist feministler ise seks işçiliğini insan ticareti olarak değerlendiriyor. Sosyalistler ise bunun bir işçilik olmadığını iddia ediyor. Aslında kimse genel ahlaktan azade yaşamıyor. Bunun en belirgin özelliği ise erkek egemen zihniyetin bu kadar yaygın olması. Ve bununla birlikte seks işçiliği görmezden geliniyor. Bu durum da alanda çalışan kadını illegal alana itiyor ve kadınların illegal alana itilmesi ile birlikte taciz tecavüz olayları artıyor. Bulaşıcı cinsel hastalıkların yayılması artıyor. Yine devletin el altından para toplaması sağlanmış oluyor. Kimse kadınların ne istediğine ne hissettiğine önem vermiyor.”
Sunumların ardından Gebze Cezaevi’nde tutsak bulunan kadınların, Halkın Günlüğü Kolektifi ve İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nin kurultaya göndermiş oldukları mesajlar okundu. Mesajın ardından “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı. Kurultayın sonuç bildirgesinin ise birkaç gün içerisinde kamuoyu ile paylaşılacağı belirtildi.
JINHA
İSTANBUL – ZEYNEP KURAY
ANF’ye konuşan Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Büro kurucusu avukat Eren Keskin, bu teşhir konusunda BM İşkenceyi Önleme Komitesi’ne başvuru yapacaklarını ve bu olayın araştırılması için Cizre’ye bir heyet gönderilmesini isteyeceklerini aktardı. Uluslararası hukukta kadına yönelik şiddetin savaş ve insanlık suçu olarak değerlendirildiğini hatırlatan Keskin, “Cenevre Konvansiyonu’na göre Türkiye açık bir savaş suçu işledi” dedi.
KADIN BEDENİNE SALDIRI AKP İLE DEVAM EDİYOR
Varto’da infaz edilen kadın gerilla Ekin Wan’dan sonra, bu kez de Cizre’de katledilen ve ismi henüz tespit edilemeyen bir kadının devlet güçleri tarafından soyularak sosyal medya hesaplarında çıplak teşhir edilmesine yönelik tepkiler büyüyor. Kadın bedenine bu saldırı sonrası harekete geçen Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olayı BM’ye taşımaya hazırlanıyor. Büronun kurucusu avukat Eren Keskin, Türk devletinin Kürdistan’da 1990’dan bu yana kadına yönelik şiddeti bir savaş yöntemi olarak kullandığını vurguladı. İnsan hakları savunucuları olarak 1990’lı yıllarda gerilla kadınların cenazelerine yapılan işkenceleri bizzat otopsilere katılarak tespit ettiklerini belirten Keskin, “Bu gerilla kadınlar arasında bedenleri çıplak teşhir edileni, yine çıplak bir şekilde cenazeleri zırhlı araç arkasına bağlanarak sokaklarda dolaştırılanları vardı” dedi. Keskin, bugün AKP hükümetinin de aynı zihniyeti devam ettirdiğini vurguladı.
BM CİZRE’YE HEYET GÖNDERSİN
Uluslararası hukukta kadına yönelik şiddetin, özellikle Bosna ve Ruanda savaşlarından sonra, hem savaş hem de insanlık suçu olarak değerlendirildiğine dikkat çeken Keskin, Cizre’de katledilen bir kadının bedeninin yine çıplak olarak teşhir edilmesinin açık bir savaş suçu oluşturduğunu kaydetti. “Cenevre Konvansiyonu’na göre Türkiye açık bir savaş suçu işledi” diyen Keskin, “Biz, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, bu hafta BM İşkenceyi Önleme Komitesi’ne bu konuda bir başvuru yapacağız ve bu olayın araştırılması için Cizre’ye bir heyet gönderilmesini isteyeceğiz” dedi. BM’nin bu konu hakkında koyduğu açık hükümler ve aldığı kararlar olduğunu hatırlatan Keskin, bu hükümlerin sözleşmeye taraf olan Türkiye’de art arda ihlal edildiğini, bunun bir yaptırımı olması gerektiğinin altını çizdi. Keskin, “Bu sözleşmeler çocuk oyuncağı değil. Sadece süs olsun diye yapılmıyor. Bu sözleşmeleri imzalayan devletlerin onlara uyma yükümlülüğü var” şeklinde konuştu.
Teşhir olayının vali tarafından yalanlanmasına da cevap veren Keskin, “Biz zaten bunun tespit edilmesi için BM’den heyet gelmesini istiyoruz” dedi.
Kaynak: ANF
YPS-JIN komutanlarından Axin Besta, Cizre’de devlet güçlerinin katlettiği bir kadını, bedenini soyarak teşhir etmesine sert tepki göstererek, “Kadınların bedeni üzerinde uygulanan bu vahşet bütün Kürt kadınlarında bir intikam duygusu yaratmalı ve intikamla savaşmalıdır. Kadınlar bunu iyi bilemeli; eğer sen kendi savunmanı yapamıyorsan kirli zihniyete sahip devlet senin bedenin üzerinde politikalar uygular” dedi
HABER MERKEZİ (14.02.2016) – YPS-JIN komutanlarından Axin Besta, Cizre’de devlet güçlerinin katlettiği bir kadını, bedenini soyarak teşhir etmesine sert tepki göstererek, “Kadınların bedeni üzerinde uygulanan bu vahşet bütün Kürt kadınlarında bir intikam duygusu yaratmalı ve intikamla savaşmalıdır. Kadınlar bunu iyi bilemeli; eğer sen kendi savunmanı yapamıyorsan kirli zihniyete sahip devlet senin bedenin üzerinde politikalar uygular” dedi.
Kürdistan’da Temmuz ayından beri devam eden savaşta devlet güçlerinin özellikle kadınları hedef alması ve kadınların bedenleri üzerinden savaş politikası yürütmesine yönelik Şırnak YPS-Jin Komutanı Axin Besta, açıklamalarda bulundu. Axin, Kürt halkının tarihi bir devrim sürecinden geçtiğini belirterek, “Bu tarihi ve devrim aşamasında başta Rêber Apo ve şehit düşen yoldaşlarımızın ailelerini saygı ile selamlıyorum. Kürt halkı bu fırsatı değerlendirmese kendini kaybeder. Bu süreç kendini var etme ve yok etme sürecidir. Ölümde görsek katliamlarla da yüz yüze kalsak yine de mücadele etmemiz gerek. Kürt halkı ilk defa bu zülüm ve katliamlarla karşılaşmıyor. Yıllardır biz bu zulümle savaşıyoruz. Özyönetim ilanından sonra bu katliamlar daha çok göz önüne geldi. Bu savaşta katliamlar da olacak ama biz bununla mücadele edeceğiz Kürdistan’ı kurana kadar” diye konuştu.
‘Kadınların bedeni üzerinden politikalar YPS-JIN’i korkutamaz’
AKP Hükümetinin “Kobanê düştü düşecek” söylemlerini hatırlatan Axin, “Bu söylemlere rağmen Kürt halkı orda direnerek söylemlerini boşa çıkarttı. Dünyaya ispat ederek ‘ne olursa olsun kimse direnişin önüne geçemez” dedi. Bakurê Kürdistan’da, Sur, Silopi, Cizre ve Şırnak’ta bu direniş sürüyor. Ne kadar da devlet barbarca da saldırarak evleri yakıp kadın arkadaşların bedeni üzerinde teşhir edip taciz etse de bu Kürt halkını YPS ve YPS-JIN’i korkutamaz. Biz bunları ilk defa görmüyoruz psikolojik ve askeri baskıdır bu bizim irademizi asla kırmaz” şeklinde belirtti.
‘Kadınlar bir savaşta öncülük ediyorsa o yer özgürleşir’
Axin, tarih içerisinde kadınların özgürlük mücadelesini üstlenici rolünden bahsederek, “Kadınlar, Beritan’ların, Bese’lerin ve Sema’ların şahsından öncülük ederek savaştılar. Bugünde Ekin’in ve Roza’nın şahsında bir mücadele yürütülüyor ki faşist AKP devleti saldırıyor. Serok Apo’nun da dediği gibi: ‘kadın özgür olmadan toplum özgür olamaz’ bunun içindir ki faşist devlet tarihten bu güne savaşları hep kadın üzerinden yürütüyor. Devlet şunu iyi biliyor kadındaki devrim ruhu hiç kimse de yoktur. Kadın bir devrime öncülük ederse hiçbir kuvvet önünde duramaz. Bir kadının zılgıtı düşmanı psikolojik olarak yenilgiye uğratabiliyor. Kadınlar bir savaşta öcülük ediyorsa o yer özgürleşir. Bu günde Kürdistan’daki devrimde kadınlar öncüdür. PKK içerisinde kadının savaştaki yeri en önlerdedir. Bunun için en çok kadına yönelik bir saldırı hakim” ifadelerinde bulundu.
‘Kadının mücadelesini kimse kıramaz’
“Sema, Beritan’lar bu yolda kendilerini ispatladılar. Beritan ihanet karşısında kendini dağdan attı. Bu zulüm karşısında Heval Ekin ve Roza büyük bir mücadele verdi. Ne olursa olsun kadının mücadelesini kimse kıramaz. Bu gün ki sistem de en çok kadın çalıştırılıyor. Kadının bedeni ayrı ayrı tema olarak kullanılıyor. Neden şimdi düşman özellikle kadın üzerinde duruyor?” diye soran Axin, kadının başkaldırdığı yerde devrimin gerçekleşeceğinin bilinmesinden kaynaklı kadına yönelik bu tür saldırıların gerçekleştirildiğinin altını çizdi.
‘Kadının cansız bedeninden korkuyorlar’
Kürdistan’da gerçekleştirilen devrim iradesinin Ekin ve Roza’nın bedeni şahsında yıkılmaya çalışıldığına değinen Axin, “Şehit düşen arkadaşlarımızın intikamı için YPS ve YPS-JIN kuruldu. Arkadaşlarımızın intikamını alana kadar mücadelemiz devam edecek. Kürdistan’ı özgür kılana kadar da mücadele edeceğiz. Saldırılar da şehit düşen kadın arkadaşların bedeninden dahi korkan bir düşmanla karşı karşıyayız” dedi. Kürdistan kadınlarına çağrıda bulunan Axin, “Kürdistan kadınların bir mesajdır, eğer kadın arkadaşlar silahları ellerine alıp tecavüzcü AKP devleti karşısında savaşmazsa kadın bedeni üzerinde saldırıları devam edecektir. Onun için bu faşizme karşı hep birlikte savaşmalıyız” diye konuştu.
‘Yapılanlar intikam duygusu yaratmalıdır’
YPS-JIN’in kuruluş amacının tecavüzcü zihniyete karşı savaşarak kadın bedeni üzerindeki politikaları hiçe saymak olduğunu vurgulayan Axin, “Bütün kadınlar YPS-JIN saflarına katılarak bu politikaları hiçe saymalıdır. Katledilen bütün kadınların kanını yerde bırakmamak için mücadele ederek Ekin ve Roza şahsında mücadele etmeliyiz. YPS-JIN kadının öz savunma gücüdür. Kürdistan da YPS-JIN sonuna kadar kadını ve Kürt halkını savunacaktır. Kadın arkadaşlarımızın bedeni üzerinde uygulanan bu vahşet için bütün Kürt kadınların da bir intikam duygusu yaratmalı ve intikamla savaşmalıdır. Kadınlar bunu iyi bilemeli eğer sen kendi savunmanı yapamıyorsan kirli zihniyete sahip devlet senin bedenin üzerinde politikalar uygular” şeklinde ifade etti.
‘Devrime öncülük edecek kadınlardır’
Axin, kadınların kurtuluşlarını YPS-JIN içerisinde bulması gerektiğini dile getirerek, “Bu süreç kadınlar için tarihi bir fırsattır. Kadınlar için varoluş günüdür. Bu devrimde öncülük edecek kadınlardır. Kadın istediğinde yapamayacağı şey yoktur. Bakur’da ve dört parça Kürdistan’da gerçekleşen saldırıya baş kaldırmalı ve tarihi mücadele vermelidir. Devlete asla boyun eğmemelidir” dedi.
‘Kadın bedeni üzerinden psikolojik savaş yürütüyorlar’
Kobanê’de Arin Mirxan şahsında bir devrim gerçekleştirildiğinin altını çizen Axin, “Burada Ekin ve Roza şahsında faşist AKP devletinin uyguladığı savaş boşa çıkarıldı. Rojava’da kadının zılgıtı DAİŞ çetelerini korkutuyordu. Öyle ki kadınlar bizi öldürmesin diyorlardı. Kadın ismi bile düşmanın içinde kurşundan daha ağır iz bırakıyor. Psikolojik olarak da düşmanı alt edebiliyor. Göz önüne düşen nedir? Kadın arkadaşlar şehit düştüğünde kıyafetleri çıkartarak bedenini teşhir ediyorlar. Millet için önemli olan namus algısını ön plana çıkarmaya çalışarak, kadın bedenini ön plana çıkararak bedeni üzerinde oynayarak taciz ederek psikolojik savaş yürütüyorlar. Devletin ellinde bir şey kalmadığı için bu tür yollara başa vuruyor” diye kaydetti.
‘Nasıl ki Kobanê’de YPJ kazandı Bakure Kürdistan’da da YPS-JIN kazanacak’
Axin, Rojava’da Kobanê’de devrimin YPJ ile gerçekleştirildiğine dikkat çekerek son olarak şunları söyledi: “Bugünde YPS-JIN öncülüğünde Bakure Kürdistan özgürleşecek. Sur, Silopi, Cizre, Kerboran, Şırnak ve Nusaybin’de de kadınlar bu görev misyonlarını yerine getiriyor. Sonuna kadar da mücadele edeceğiz. Şehit düşen arkadaşlarımızı bıraktığı yerden devam edeceğiz. Kadının öncülük ettiği yerde her zaman devrim gerçekleşir.”
JINHA
Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ”Kadın yönetime kadın iktidara” şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kadın Kurultayını Demokratik Kadın Hareketi faaliyetçileri ile gerçekleştirdi.
İSTANBUL (14.02.2016) – Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ”Kadın yönetime kadın iktidara” şiarı ile başlatmış olduğu 3. Kadın Kurultayını Demokratik Kadın Hareketi faaliyetçileri ile gerçekleştirdi.
Demokratik Kadın Hareketi iradesi ile açılan kurultay devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşunun ardından Demokratik Kadın Hareketi adına yapılan açılış konuşmasında ”Demokratik Kadın Hareketi özel mülkiyet ile başlayan kadına yönelik her türden cinsel saldırı, baskı ve şiddete; kadınların ulusal ve sınıfsal kimliği gereği yaşadığı ayrımcılığa karşı kadınların ortak özgün mücadelesidir. Bizler Demokratik Kadın Hareketi olarak kadın katliamlarına, LGBTİ katliamlarına, yaşanan haksız savaşlara karşı kadının rengini alanlara taşımak adına yeni programımız ile mücadele yaşamımıza devam etmekteyiz. Bu bağlamda ele aldığımız 3. Kurultayımızda ”Kadın yönetime kadın iktidara” şiarı ile kadının rengini, bilincini alanlara taşımanın cüreti ile hepinizi selamlıyoruz” ifadelerine yer verdi.
DKH tarafından yapılan açılış konuşmasının ardından kurultay diğer komisyonlar tarafından selamlandı. Selamlamalarda ”Emperyalizme, kapitalizme, şovenizme ve erkek egemen sisteme karşı kadınların öncüleşme ve önderleşme mücadelesinde ön açıcı mevziler yaratan Demokratik Kadın Hareketi’nin iradesini selamlıyoruz. Değişim cürettir. Rengini değişim dinamiğinden alarak yeni programı ile kadınların rengini alanlara taşıyan DKH iradesine mücadelemizde başarılar diliyoruz.” ifadelerine yer verildi. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi’nin selamlarının yer aldığı kurultayda devrimci kadın tutsaklar Evrim Konak ve Aysel Koç’un mektubu da kurultayı selamladı.
Kurultay selamlamalarının ardından Demokratik Kadın Hareketi’nin kadının bilincini, rengini, iradesini taşımak iddiası ile oluşturmuş olduğu yeni programı salona açılarak program üzerinden tartışmalar yürütüldü. İlk olarak Demokratik Kadın Hareketi’nin perspektifi, misyonu üzerine tartışmalar yürütüldü. Ardından kadın mücadelesi noktasında kadın temsiliyetlerinin önemi vurgulanarak kadın kotası uygulamasına vurgu yapıldı. Bunun yanı sıra feminizm, ekoloji, eğitim sistemi ve kadın, medya ve cinsiyetçi dil üzerine tartışmalar yürütüldü. Tartışmalarının olgunlaşması ile beraber DKH’nin talepleri, çalışma tarzı ve eylem birliktelikleri üzerine açıklamalarda bulunuldu ve fikir alışverişleri yapıldı. Yürütülen tartışmalar sonucu Demokratik Kadın Hareketi 3. Kurultayın ilk gününü sonlandırdı.
Demokratik Kadın Hareketi İstanbul Örgütlülüğü 14 Şubat’ta gerçekleştireceği kadın kurultayı için Okmeydanı’nda afiş ve ozalit çalışması gerçekleştirdi
HABER MERKEZİ (10.02.2016) – Demokratik Kadın Hareketi İstanbul Örgütlülüğü 14 Şubat’ta gerçekleştireceği kadın kurultayı için Okmeydanı’nda afiş ve ozalit çalışması gerçekleştirdi.
Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ‘’Kadın yönetime, kadın iktidara’’ şiarı ile 14 Şubat’ta İstanbul, Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde saat 12.00’da üçüncü kurultayını gerçekleştireceğini açıkladı. Bu bağlamda DKH İstanbul Örgütlülüğü Okmeydanı’nda afiş ve ozalit çalışması gerçekleştirdi.
DKH Temsilcisi Dilşat Canbaz, düzenleyecekleri üçüncü kurultaya çağrıda bulunarak, “Kadının dilini, rengini ve tamamıyla kadın olmanın tüm hallerini yansıtacak bir kurultay programlıyoruz” dedi
HABER MERKEZİ (10.02.2016) – Demokratik Kadın Hareketi Temsilcisi Dilşat Canbaz, düzenleyecekleri üçüncü kurultaya çağrıda bulunarak, “Kadının dilini, rengini ve tamamıyla kadın olmanın tüm hallerini yansıtacak bir kurultay programlıyoruz” dedi.
Demokratik Kadın Hareketi (DKH) 3. Kurultayı’nı 13-14 Şubat tarihinde Yüz Çiçek Aşsın Kültür Merkezi’nde gerçekleştirmeye hazırlanıyor. “Kadınlar yönetime kadınlar iktidara” şiarı ile düzenlenecek kurultay öncesi Demokratik Kadın Hareketi Temsilcisi Dilşat Canbaz ile konuştuk. İlk olarak kurultayın çıkış noktasını anlatan Dilşat, politik kadınlara, LGBTİ bireylere ve Kürdistan halkına yönelik bir katliam politikasının olduğunu belirterek, “Bir bütün olarak erkek egemen algı politik kadınlara yönelik toplu bir soykırım uyguluyor. Bu gidişat bizim acil bir şeyler yapmamız gerektiği ihtiyacından ortaya çıktı” diye belirtti.
‘Kadın mücadelesinin yükselmesinin zamanı geldi’
En son 2007’de bir kurultay gerçekleştirdiklerini söyleyen Dilşat, “2007’den bu yana maalesef DKH, kadın mücadelesinde biraz atıl bir durumda kaldı. Takvimsel eylemliklerin çok da dışına çıkamadık. Son süreçle beraber AKP iktidarı dayattığı faşizmle kendisini içselleştirdi. Gerçekten içimizi acıtan bu süreçte artık kadın mücadelesinin yükselmesinin zamanı gelmişti. Kurultay fikri biraz da bunun etkisi ile oluştu” şeklinde konuştu.
‘Kadın iradesine dair konular konuşulacak’
Kurultayın genel çerçevesine değinen Dilşat, son dönemde yaşanan kadın katliamları, LGBTİ bireyler, Kürdistan’da katledilen kadınlara, özsavunma, özyönetime ve kadının iradesine dair tüm konuları ele alacaklarının bilgisini verdi. “Kadının dilini, rengini ve tamamıyla kadın olmanın tüm hallerini yansıtacak bir kurultay programlıyoruz” diyen Dilşat, Kürdistan, Avrupa ve Türkiye hattından kadınların kurultaya katılacağını dile getirdi.
‘Yan yana gelip tek ses olmalıyız’
Kürdistan’da kadına yönelik yürütülen kadın katliamı politikalarının aynı şekilde batıda da devrimci yurtsever kadınları hedef aldığını belirten Dilşat, “Yargı erkek, devlet erkek, polis erkek olduğu için kadın mücadelesine büyük ihtiyaç var. Bütün kadın örgütleri yan yana gelip bu süreçte tek ses olmalı” dedi. Dilşat son olarak, kadın mücadelesinin kolektif bir mücadele ile büyüyeceğini belirterek, “Ortak bir ses çıkarmak için tüm kadınları kurultayımıza davet ediyoruz. Kadının renginin, bilincinin,iradesinin ve kadının tarihini yazmak için buluşalım” diyerek çağrıda bulundu.
JINHA
DHF’li kadın tutsak Evrim Konak’a hastanede uygulanan kelepçeli muayene ve sonrasında yaşanan işkence protesto edildi
HABER MERKEZİ (10-02-2016)- 9 Şubat Salı günü Gebze kapalı kadın hapishanesi önünde Demokratik Kadın Hareketi (DKH) ve Yeni Demokrasi Aile Birliği (YDAB) tarafından özelde Evrim Konak genelde ise tüm devrimci tutsaklara yönelik uygulanan işkence yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi.
Dün Gebze hapishanesi önüne de bir araya gelen kitle burada “Devrimci kadın tutsaklara uygulanan baskı ve işkenceler son bulsun, devrimci tutsaklar yalnız değildir” pankartını açarak “Devrimci tutsaklar yalnız değildir”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “Kürdistan halkı yalnız değildir” sloganlarını atarak tutsaklara yönelik saldırı ve Kuzey Kürdistan halkına dönük katliamları teşhir etti. Kolluk kuvvetinin yoğun bir yığınak yaptığı eylemde kitle sloganlardan sonra basın açıklamasını okuyarak eylemi sonlandırdı. Okunan basın açıklaması özetle şöyle: DHF’li tutsak evrim konak hastaneye götürülürken devletin Kürdistan’da ki vahşeti protesto etmek için “Cizre halkı yalnız değildir” sloganı attığı için kelepçesi açılmadan muayene dayatması yapılmıştır. Yaşanan hukuksuzluğu doğru bulmadığını ifade eden Evrim Konak direnmiştir. Hastanenin üçüncü katından ellerindeki kelepçelerinden tutularak sürüklenmiştir. Ring aracının önüne gelindiğinde ise tekmelerle devam eden işkence karşısında yoldaşımız meşru hakkı olan yaşam hakkını savunmuştur. Devrimci tutsakların Kürdistan halkına karşı başlatılan katletme politikasını protesto eylemine bizler de destek veriyor, Kuzey Kürdistan halkının onurlu direnişini sahipleniyoruz.”
halkingunlugu.net
Paris (07/02/2016) Avrupa Demokratik Kadın Hareketi sürdürdüğü göç kampanyasının bir panelini daha Paris’de yaptı.
“Biz Buradayız Çünkü Siz Oradasınız” sloganıyla devam eden göç ve göçmenlik kampanyası çerçevesinde Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yapılan panellerden biride ADKH Paris tarafından Fransa’da yargıçlık yapan Kezban Kılıç ve Adkh temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Saygı duruşuyla başlayan panel sonrasında sinevizyon gösterimi ile devam etti. Adkh temsilcisi yaptığı sunumda Türkiye Kuzey Kürdistan’da Akp/Erdoğan hükümetinin gerçekleştirdiği saldırılara değinildikten sonra göçün tarihsel gerçekliğini, topraklarından sürülerek başka coğrafyalara gelmek zorunda kalan insanların göç yollarında ve yine eğer hayatta kalmışlarsa yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullar ve bunların yarattığı sonuçlara dair bir değerlendirme yaptı. Ortadoğu’da emperyalistlerin bölge halklarının başına bela olması amacıyla besleyip saldıkları gerici güruhların gerçekleştirdiği saldırılar sonucu o topraklada yaşama şansları kalmayan insanların ve özelliklede kadın ve çocukların durumlarına dair bilgiler veren Adkh temsilcisi, bundan sonraki süreçte de bu gelişlerin devam edeceği ve Avrupanın “hoşgeldiniz kültürünün” özünde gerçekçi olmadığı ve uzun vade de bu durumun göçmenler üzerinde daha katmerli baskılara dönüşeceğini ve bu durum üzerinden Avrupa’da yaşayan göçmenleri zorlayacak çeşitli yasaların önümüzdeki süreçte karşımıza çıkacağı belirtilerek, tüm bu uygulamalara ve yükselen ırkçılığa karşı göçmenler ve özgürlükten yana birey ve devrimci kurumlar olarak bu cepheyi güçlendirerek birlikte mücadele edilmesinin bugün daha da gerekli olduğuna dikkat çekti.
İkinci olarak söz alan yargıç Kezban Kılıç ise yaptığı sunumda, Paris saldırılarından sonra iltica prosedürünün değiştiğini ve yasaların daha da sıkılaşacağını belirtti. Fransız halkının hiçte alışık olmadığı bir durumun yaşandığını söyleyen Kezban Kılıç ” Aslında bu hiç normal değil, Fransız halkı hiç böyle sessiz olmamıştı ve yaşananlar sonrasında çıkarılan yasalara tepki vermemeleri bu yasaların daha çabuk geçmesini sağlıyor” dedi. Son dönemde güvenlik gerekçesiyle bir çok yasa değişikliğinin gündemde olduğu Fransa’da artık hiç kimsenin rahat olmayacağı, vatandaşlık almışların bile güvende olmadığını belirten Kezban Kılıç bir çok göçmenin haklarını bilmedikleri için birşey yapamadıklarını ve Suriye’den gelenlerin sadece can güvenliğinden kaynaklı Fransa yasalarına göre kalma hakları olduğunu söyledi. Bizleri zor günlerin beklediğini söyleyen Yargıç Kezban Kılıç, kitle örgütlerine yönelikte belli çalışmaların olduğu ve buna karşı önümüzdeki dönemde bunların görülebileceğini belirterek farkında olmanın önemli olduğuna vurgu yaptı.
Soru ve cevapların ardından panel sonlandırıldı.
Gebze M Tipi Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutsak olan Evrim Konak’ın, hastanede Cizre ve Sur’da yaşanan katliamları protesto ettiği için sağlık hakkı engellendi. Kolluk güçleri bununla da kalmayarak Konak’a işkence yaptı
HABER MERKEZİ (04.02.2016) – Kocaeli’de bulunan Gebze M Tipi Kapalı Kadın Hapishanesi’nde bulunan Evrim Konak Cizre ve Sur’da yaşanan katliamları hastanede teşhir ettiği için, kolluk güçlerinden işkence gördü ve sağlık hakkı engellendi.
Gazetemize gönderdiği mektupla durumu aktaran MKP dava tutsağı Aysel Koç, saldırının ardından Evrim Konak’ın mektup yazamayacak durumda olduğu için mektubu kendisi yazdığını aktardı. Koç mektubunda; ” Biz MKP ve TKP/ML dava tutsakları olarak bulunduğumuz her alanda Kuzey Kürdistan’da gerçekleşen katliamları protesto etmek için bir dizi eylem gerçekleştirme kararı aldık. Günlük slogan atmak ve kapı dövmenin yanı sıra bir aylık komün paramızı Kuzey Kürdistan’a göndererek hapishanelerin dışarıdaki zulümden bağımsız olmadığını vurgulamak istedik. Bununla beraber katliamlar sürdüğü müddetçe görüşe giderken ve gelirken Cizre’de diri diri ölüme terk edilen halkımızın yaşadığı zulmü teşhir etmek ve direnişlerine ortak olmak amaçlı slogan atma eylemini sürdüreceğiz” dedi.
Koç mektubunda batının yaşanan katliamlara daha fazla sessiz kalmaması için hastaneye geliş gidişlerde Cizre ve Sur’da ki faşist saldırıları teşhir ve protesto etmek için karar aldıklarını aktardı. Mektubunda yaşanan saldırıya ilişkin şu ifadeler yer aldı; ” 1 Şubat Pazartesi günü Evrim (Konak) Yoldaş diş muayenesi sebebiyle hastaneye gitti. Ringten iner inmez slogan atmaya başladı. Kolluk kuvvetleri sloganın Cizre’ye dönük atıldığını anlayınca Evrim Yoldaş’a saldırıp ağzını kapatmaya çalıştı. Evrim Yoldaş, “Cizre’de ölen bizim insanlığımızdır! Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarını atmaya devam etti. Gebze’de daha önce sağlık hakkının engellenmesi konusunda birçok sorun yaşansa da kelepçe hiçbir zaman problem olmamıştı. Evrim Yoldaş doktor muayenesinde kelepçenin açılmasını isteyince doktorda açılabileceğini ve problem olmadığını söylüyor. Ancak kolluk güçleri doktoru baskı altında bırakınca doktorda geri adım atıyor. Evrim Konak bunun üzerine bugüne kadar kelepçe konusunda hiçbir sıkıntı yaşanmadığını, uygulamanın attığı sloganlar nedeniyle dayatıldığını vurguluyor. Ancak “çık dışarı” cevabı alan Konak, sağlık hakkının engellenemeyeceğini ve muayene olmak istiyor söylüyor. Buna karşılık kolluk kuvvetleri Konak’ı merdivenlerden sürükleyerek ve işkence ederek ring aracına götürüyor.
Hapishaneye getirildiğini slogan atarak durumu teşhir eden Konak’a diğer tutsaklarda katılıyor. Konak’ın vücudunda kolluk güçlerinin işkencesine maruz kaldığını gösteren pek çok iz bulunuyor. Yanaklarında tırnak izleri bulunan Konak’ın, elleri de kelepçeden tutulup çekildiği için kan içinde kalmış ve vücudunun pek çok yerinde morluk bulunuyor.
Mektup şu ifadeler ile son buluyor; Bilinmelidir ki bugüne kadar bu ve benzeri faşist saldırılar bizleri yıldırmadı, geri adım atmadık bunda da geri adım atmayacağız. Hapishanelerde dahil bütün savaş siperlerinde Bakur Kürdistan’ın da yaşanan faşist saldırılara ve katliamlara karşı direnişimizi büyüteceğiz.
Her yer Sur, her yer Cizre, her yer direniş.. Hepimiz diri diri gömülenleriz. Bu katliama karşı sessiz kalmak insanlığı silikleştirir. Biz devrimci-komünistler Kuzey Kürdistan’da direnen halkımızın yanındayız. Son olarak ölümsüzleşenlerimizi saygıyla anıyor, mücadeleleri mücadelemizdir diyoruz.”
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre, Ocak ayında 36 kadın erkekler tarafından katledildi
HABER MERKEZİ (03-02-2016)- Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Ocak ayı kadın cinayetleri raporunu açıkladı. Rapora göre; Ocak ayında, 36 kadın erkekler tarafından katledilirken, cinayetlerin yüzde 50’si ise ateşli silahlarla işlendi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre; Ocak ayında, 36 kadın erkekler tarafından katledilirken, cinayetlerin yüzde 50’si ise ateşli silahlarla işlendi. Raporda, katliamların sebepleri olarak Diyanet’in kadınları hedef haline getiren fetvaları, Aile Bakanı’nın Diyanet fetvalarını normalleştiren ve kadına şiddeti ikinci plana iten açıklamaları, emniyetin tutarsız kadın cinayetleri verileri ve devletin kadınlara annelik rolünü dayatması gösterildi. Kadın katliamlarının azalmama nedeni olarak devletin kadınları korumak için görevini yerine getirmemesi, kadınların haklarına saygı göstermemesi, kadın düşmanı politikalar izlemesi ve kadın mücadelesi açısından zaruri olan barışa ortam hazırlamaması gösterilen raporda şu ifadeler dikkat çekti:
“Kadın cinayetlerinde, cinsel saldırılarda, kadına yönelik her türlü şiddette yaşanan bu artışa sessiz kalmıyoruz. Tekrar söylüyoruz. Kadın Cinayetleri Durdurulabilir. Ayrıca ekliyoruz: Durmuyorsa sebebi var ve kalem kalem bildiğimiz bu kadın düşmanı eylemlerin ve kadın lehine eylemsizliğin karşısında, kadınlar kurtulana kadar biz varız.”
2015 yılında büyük göçler yaşandi ve devam ediyor. Göç alan ülkelerin insanları, trenlerle getirilen göçmenlere yardım edebilmek için Tren istasyonlarında bekleyenlerinden tutalımda götürüldükleri sığınma kamplarının kapılarına yığılan yiyecek ve giyeceğe kadar dayanışmada bulunan bir kültürde ortaya çıktı. Halklar arasında gelişen bu dayanışma ruhu ve sahiplenme hiç beklenilmeyen bir sonuçtu ve ürkütücüde. Almanya başta olmak üzere birçok ülkede göçmenlerin kamplarının yakılması, sokak ortasında arabayla üzerinden iki üç defa geçerek faşistler tarafından katledilmeleri kamuoyunun vicdanında devletleri sorumlu hale getirdi. Kapitalizm ile hümanizm karşı karşıya gelmeye doğru gidiyordu ve bunun önüne geçilmeliydi. „Almanya adalet bakanı Maas, Bild am Sonntag gazetesine Köln’deki taciz ve tecavüz olaylarıyla ilgili açıklamasında “Eğer kişi suç işlemek için böylesi vahşi bir gruba katılıyorsa, bu bir şekilde planlanmış bir şey gibi görünüyor. Kimse bunun kararlaştırılmış ve hazırlanmış bir şey olmadığını söyleyemez.”1 diyordu. Olaylar adalet bakanının dediği gibi planlanarak yapılmışta olabilir ama bunda göçmenlerin ve yardım eden kurumların zarar gördüğü ( devamı günlerde telefonla aranarak tehdit edildikleri basına yansıdı) bir gerçek. Irkçılık güçlenirken diğer yandan gelişen dayanışma ve sahiplenme zayıflatılmaya ve körleştirilmeye çalışılmıştır.
Yeni yılın ilk günlerinde Almanya tecavüz ve taciz olaylarıyla çalkalandı Köln’de yılbaşı gecesi 90 kadın taciz ve tecavüze uğradığına dair polise şikayette bulundu. Bu sayı bu kadarla sınırlı kalmadığı gibi Duisburg ve Hamburg’da da benzeri olayların yaşandığına ilişkin haberlerde Köln’de yaşananların yanı sıra açıklandı. Bu olayların sorumlularının daha çok Afrikalı ve Asyalı olduğu taciz ve tecavüze uğrayan kadınların polise verdiği ifadelerden tespit edilmiş. Tabii ki aralarında Alman, Amerika‘lı ve Sırplarında olduğu açıklansa da çoğunluğunu Afrika‘lı ve Asyalıların oluşturması sorunu kadına taciz ve tecavüz edilmesinin sorgulanmasından ve neden bir gecede böyle artmış olmasına dikkat çekilmesinden uzaklaştırarak bu suçu işleyenlerin çoğunluğunu göçmenlerin oluşturmasına hapsedildi. Bu suç Almanya‘da hiç işlenmiyor da göçmenlerin yarattığı bir suçmuş gibi lanse edildi.. O kadar çok üzgün ve perişan oldular ki Hiristiyan Demokratlar Birliği (CDU) hemen mecliste “Tehlikeli Göçmenlerin“ sınır dışı edilmesi için yasaları birkaç günde çıkardı.
Olaya, ertesi gün tepkiler yağmaya başladı. Önce kadınlar taciz ve tecavüz olaylarının gerçekleştiği katedralin önünde eylem yaptılar. Medya olayın nedenlerine yönelmektense göçmenler üzerine kilitlenmesinde önemli bir rol oynadı. Tüm bunlarla birlikte ırkçı ve ayrımcılığın örgütlü yeni versiyonu PEGİDA aynı yerde miting yapacağını açıkladı. Sonuçta devlet, medya ve ırkçılık elele göçmenleri tacizci ve tecavüzcü olarak toplumsal hafızaya kazımış oldu. Diğer yandan Paris’teki kitle katliamlarını IS gerçekleştirmiş olmasına rağmen bu olaylarda gözler bir şekilde göçmenlere döndü. Her iki olayda da terör ve tecavüzün kaynağı sorgulanması gerekirken göçmenler hedef alınarak göçlerin nedenleri olan yoksulluk ve savaşları üreten kapitalist-emperyalist sistem kendini masum ve kurban gösterebilmek için elinden geleni yaptı.
Tarih boyunca cins, inanç, ulusal ve etnik farlılıkları sömürü için, baskı ve savaş aracı olarak kullanan sistem günümüzde de savaşlarla Asya ve Afrika ülkelerinde ekonomi, eğitim sağlık ve kültürel yaşamları felç ederek toplumsal ilişkileri de dumura uğratmıştır. Kadın ve erkek arasında kendini gösteren toplumsal ilişkiler savaş koşullarında tamamen gerilere doğru savrulmaktadır. Bu savrulma Asya ve Afrikalı toplumlar için yoksulluk, din gericiliği ve milliyetçilik üzerinden savaşlarla karşılık bulsa da kaynağı emperyalizmdir. İnsanlar kendilerini, karar vermedikleri, seçmedikleri açlık, yoksulluk ve savaş koşullarından kurtarabilmek için göç ederlerken yanlarında savaşlardan önceki toplumsal ilişkileri bile değil, yoksulluk ve savaşlar içinde felç edilip dumura uğratılmış ilişkileri alıp gelmektedirler. Geldikleri ülkelerde yaşamlarına başlarken bu toplumların kadın bakış açısı üzerinden kendilerine yön vermektedirler.
Başta emperyalist ülkelerin en büyük gelir kaynaklarından birini fuhuş sektörü oluşturmaktadır. Bu konuda başı çeken ülkelerden biride Almanya’dır, fuhuş serbest ve yıllık 1.4-1.6 milyar Euro arası gelir elde edildiği bilinmektedir. 2006 dünya futbol şampiyonası Almanya‘da oynanırken en çok konuşulan konu futbol değildi. Fuhuş için getirilen 40 000 kadın ve Berlin, Köln ve Dortmund’da açılan genelevlerdi. Tecavüz ve taciz olaylarının en çok yaşandığı ilk on ülkeden İngiltere’de her yıl 85.000 kadın tecavüze, Almanya’da 2 milyondan fazla kadın cinsel istismara, ABD tecavüzün en yoğun yaşandığı ülke. …tecavüze uğrayanların %10’u erkek her 6 kadından biri ve her 33 erkekten biri tecavüze ve tacize uğramış vaziyette. Üstelik bu durum kurbanlar henüz 13-14 yaşlarındayken başlıyor. Önemli bir kısmı da aile içinde yaşanmış olaylar. Fransa’da 1980 yılına kadar tecavüz bu ülkede suç bile değildi. Yılda hala 75.000 kadın tecavüze uğruyor. Kadınları korumak için kanunları yetersiz kalıyor2. Bu rakamlarla anlatılan ise kadına tecavüz ve tacizin her toplumun kendi gerçekliği olduğudur. Göçmenlerin üzerine yıkarak kendi kadın gerçekliklerinin üstünü örterlerken diğer yandan kadının mağduriyetini dahi nesneleştirerek tehlikeli göçmenleri geri gönderme yasası çıkarttılar. Peki kendi tecavüzcü vatandaşları içinde aynı yasayı uygulayacak mı? Yoksa ceza yasaları mı ağırlaştırılacak? En başta Bild gazetesi olmak üzere yazılı ve görsel basında kadın bedenin kullanılmasının önüne geçilmesi için bir hazırlık var mı? Emeği üzerindeki ikili sömürüden eğitimdeki ayrımcılığa vb kadar haksızlıkları giderecek yasalarda hazırlanıyor mu? Evet cevapları olmayan bu soruları daha da çoğaltabiliriz ama kadının, Katedralin önünde erkekler tarafından tecavüze uğradığı kadar, parlamentoda siyaseten tecavüze uğradığı kesinleşmiştir.
Bu yılın Ocak ayı Kürtler için direnişin daha da büyümeye devam ettiği bir aya döndü. Cizire’de, Silopi’de ve daha birçok yerde direnen halk ve uluslararası dayanışma Kürtlerin taleplerinin kabul edilmesi için omuz omuza olmaya devam ediyor. Öz savunmalar artık kadın öz savunmaları olarak kadının mücadelesinin önemli bir mevzisine dönüştü. Diğer yandan Cenevre’de yapılamayan toplantıya Kürtlerin kabul edilmemesi için her türlü yolu deneyen Türk devleti Kürtlere yönelik katliamlarına devam etmektedir. Cenevre görüşmeleri olacak mı Kürtler katılacak mı diye tartışmalar bir yanda sürerken SYKES-PICOT anlaşması hatırlanarak süreç herkes tarafından anlaşılmaya çalışıldı. Bu anlaşma 1916 da dönemin süper güçleri Fransa ve İngiltere arasında Osmanlının nasıl parçalanacağı ile ilgili bir anlaşmadır. Fransa ve İngiltere 1916’da aralarında anlaşarak 1923’te Lozan’da kendi çıkarları doğrultusunda diğer devletlere kabul ettiriyorlar. Kısacası o dönemin süper güçleri Fransa ve İngiltere’nin kendi çıkarlarına göre Osmanlıyı parçalayıp Kürtleri dörde bölerek çizdikleri Ortadoğu haritası, bugüne kadar savaş alanı olmaktan öteye gidemedi. Bugün Cenevre’de Kürtlerin katılması ya da katılamaması durumunu Türk egemenleri kendi başarıları olarak lanse etseler de durum onların bu rüyalarını gerçek sanmalarından ibaret. Asıl mesele bugünün süper güçleri Amerika ve Rusya’nın aralarında anlaşma meselesidir. Diğer yandan Kürtlerin olmadığı bir toplantıda Kürtler ve bölge ile ilgili alınacak kararları Kürtler neden kabul etsinler yada o kararlar ne kadar Kürtlerin çıkarlarını temsil edebilir.
Tarihsel olarak bakıldığında dahi masada bir çözüm bulunmamaktadır. Ortaya çıkacak şey ise Lozan’da nasıl kendilerine uygun devletler ve sınırlar (Türkiye, İran,Irak ve Suriye vb gibi) çizdilerse bugünde hangi emperyalistler olursa olsun aynı amaçla sınırlar çizeceklerdir. Dolayısıyla o sınırların içi halkların hapishanelerine ve mezarlıklarına dönüşmeyeceğini kimse iddia edemez.
Diğer yandan Sosyalizmin alternatif olarak ulusal mücadelenin yanında gelişememesi yada bir güç olarak kendini var edememesi sürecin emperyalistlerce bu noktaya getirilmesinde belirleyici olmuştur. Bugün dayanışma, seçim ittifakı vb ile tanık olduğumuz devrimci hareketlerin sesi tamamen KUH içinde kaybolmuş kendi özgün güçlerini geliştirme ve özgün siyasetlerini belirleme koşullarını doğru tespit edip konumlanamamışlardır. Devrimci güçlerin bu süreçteki en önemli görevi şovenizme ve din gericiliğine karşı Kürtleri desteklemenin yanı sıra ayrı bir cephe açmaktır. Devrim ve sosyalizm mücadelesi sadece destekleme ya da yanında olmak demek değildir. Aksine İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin birliği önündeki engellerin başında gelen milliyetçiliğe ve din baskısına karşı eşitlik ve adalet mücadeleleri örgütlemektir. Her sınıf kendi savaşını verir ama işçi sınıfı ( ve tüm emekçilerin birliği) tüm savaşların kaderini belirler. Ekim devrimi nasıl emperyalizme geri adım attırdıysa gelişecek olan devrimler de aynı adımı attıracaktır. Bunun için sol(devrimci ve komünistler) olarak Kürtleşmek değil, devrimci ve komünistler olarak asıl görevimiz işçi sınıfının ve emekçilerin birliğini engelleyen her türlü gericiliğe ve şovenizme karşı savaşmaktır. Açıkçası görevimiz KUH içinde kaybolmak değil sosyalizmin bayrağını yükseltmektir.
1 http://www.haberself.com/ Dünyada Tecavüz ve Taciz Olaylarının En Çok Yaşandığı 10 Ülke
2http://www.haberler.com/alman-adalet-bakani-maas-yilbasindaki-cinsel-taciz-8050742-haberi/
04.02.2016
SILA DOĞRU
İstanbul Küçükçekmece’de 40 yaşındaki bir kadın silahla katledildi. 40 yaşındaki kadının adının Nurcan Aslan olduğu öğrenildi
HABER MERKEZİ (31.01.2016) – İstanbul Küçükçekmece’de 40 yaşındaki bir kadın silahla katledildi. 40 yaşındaki kadının adının Nurcan Aslan olduğu öğrenildi.
Atakent’te arkadaşlarıyla kahvaltı yapmak isteyen Nurcan Aslan’ın yolda yürüdüğü sırada kimliği belirsiz bir erkek tarafından saldırıya uğradığı ve vücuduna 10 kurşun isabet ettiği belirtildi. Aslan olayın hemen ardından yakında bulunan bir hastaneye kaldırılmasına karşın hayatını kaybetti.
Aslan’ı katledenin ise Melih B. olduğu, Melih B.’nin Aslan’la tartıştığı için silahla saldırdığı öğrenildi.
Cinsel saldırılara karşı Bağdat Caddesi’nde bir araya gelen yüzlerce kadın, “Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” sloganlarını haykırdı
HABER MERKEZİ (30-01-2016)- Sosyal medya üzerinden örgütlenen ve aralarında sanatçıların da olduğu yüzlerce kadın, geçtiğimiz gün Bağdat Caddesi’nde yaşanan cinsel saldırıya karşı Suadiye’de bir araya gelerek Bağdat Caddesi’nden Erenköy Işıklara yürüdü.
“Suça ortak olma” pankartının açıldığı eylemde, “Tecavüz edemezsin”, “Mutlu kadın mutlu yaşam” ve “Beni rahat bırak haklarımı ihlal etme” dövizleri taşındı. Eylemde sık sık, “Kadın yaşam özgürlük”, “Kadınlar artık susmayacaklar”, “Bedenimiz emeğimiz kimliğimiz bizimdir” ve “Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” sloganları atıldı.
Yürüyüşün ardından kadınlar adına açıklama yapan avukat Tuba Torun, kadınların tacizle her an karşı karşıya kalabileceğini belirtti. Torun, “Çürümüş bir toplumda yaşamaya artık tahammül edemediğimiz için buradayız. Suç sıradanlaşıp, meşrulaştırıldığı için buradayız” dedi. “Kan kaybından insanlar, anne karnında bebekler, yarının büyükleri çocuklar öldüğü için buradayız. Ağaçlarımız köklerinden söküldüğü, hayvanlara işkence edildiği, toprak anaya beton dökmenin gurur kaynağı olduğu zamanlarda olduğumuz için buradayız” diye konuşan Torun, yaşama ve yaşatma hakkına tecavüz edildiği için eylemde olduklarını vurguladı.
“Bu sessizlik artık bizi çıldırttığı için buradayız. Tüm canlı türleriyle birlikte aynı ve farklılıklarımızla yaşayacağımız bir dünya inandığımız için buradayız. Sözümüz yarınlar için” diye ifade eden Torun, “Biz umutla gülümsemeye dirençle dik durmaya kararlı insanlarız. Sessiz kalmıyoruz, sokakları terk etmiyoruz, suça ortak olmuyoruz” diye belirtti.
Açıklamanın ardından eylem sloganlarla sona erdi.
Kaynak: ETHA